9 Mart 2009 Pazartesi

Erkeği seven bir erkek olarak kadını çok iyi anlıyorum

Murat İpek (40) henüz ortaokuldayken cinsel kimliğinin ileride ona sorun yaratacağının bilincine varıp kendini sanatın pek çok alanında geliştirmiş biri. Oyun yazarlığı, oyunculuk, yönetmenlik, ressamlık ve hatta iç mimaride danışmanlık yaptı. 1994’te “Rahat mısınız” adlı oyunuyla profesyonel tiyatro hayatına başlayan İpek, son yıllarda en çok yazdığı kadın karakterlerle adından söz ettiriyor. İki yıl önceki Belkıs Düştü Kuyuya oyununu tek başına kadın rolünde oynadı. Bu yıl da “Basit bir ev kazası” adını verdiği oyunda mantık evliliği yapan, aradığı aşkı bulamamış, hayatından bıkan bir kadını anlatıyor. Tek kişilik oyundaki Songül’ü “Oyunu onun üzerine bir elbise gibi dikerek yazdım” dediği yakın arkadaşı Günay Karacaoğlu canlandırıyor.
Murat İpek’in başarısının sırrı kadın ruhunu çok iyi tanıması. Kadın karakterlerinin iyi oturmasının sebebinin de bu olduğunu söylüyor “Bir kadını anlayabilmek için bir erkeği çok iyi sevebilmek gerekir. Çünkü bir kadın, erkeği sever. Erkeği seven bir erkek olarak da ben, kadını çok iyi anlıyorum. Bir kadının neler yaşadığını, neler hissettiğini, ona nasıl aşık olduğunu ya da nefret ettiğini biliyorum. Bu arada bir erkeği de çok iyi anlıyorum. Bunun için çok şanslıyım.”

Tiyatro ve yazarlıkla nasıl tanıştınız?
Ergenlik dönemimde ciddi bunalımlar, kasvetli günler geçirdim. Ortaokuldayken, tiyatroyla dış dünyaya açılabileceğimi düşündüğüm için kursa başladım. Bu dönemde cinsel kimliğimi de çok iyi bildiğim için kendi rol skalama uygun karakter roller bulamıyordum. Ben de kendime rol yazmaya başladım. Çocuk oyunuydu bunlar ama bana hitap ediyordu. O zamandan beri şunu farkındaydım: “Ben farklı ve özel bir insanım. İleride yazarak, oynayarak ve çizerek çok yönlü bir sanatçı olacağım” diyerek kariyerimi planladım.

SOSYALİSTLER, KOMÜNİSTLER BANA
AĞABEY VE ABLALIK YAPTI

15 yaşında bu kadar bilinçli olmak çok güzel. Peki bu farkındalığın oluşumunda nasıl bir altyapı var? Kendinizi nasıl geliştirdiniz?
Yaşları benden büyük komünist arkadaşlarım vardı. 12 Eylül dönemiydi, hapishanelerden yeni çıkmış solcu, komünist, anarşistler ağabey ve ablalık yaptı bana. Felsefe sözlüğünü, mitolojiyi okumam gerektiğini söylediler. İyi ki de yaptılar. Okullarda böyle şeyler yoktu. Dersler ehlileştirilmişti. Bir de ben meslek lisesinde elektrik bölümünde okuduğum için onlar olmasa bu tür konulardan hiç haberim olmayacaktı.
Okuduklarınız arasında sizi en çok ne etkiledi?
Nietzche’den çok beslendim. Ayrıca o dönem bir yandan sosyalist, bir yandan da tasavvuf merkezinden bakmaya başlamıştım olaylara. Yani Tanrı nerede, nedir sorularını her iki açıdan da gördüm. Bu konuda da kendimi eğitmek zorundaydım. Çünkü yaşama karşı çok hazırlıklı olmalıydım. Gelecekte sosyal yapının ve benim tercihlerimin hayatıma zorluk katacağını farkındaydım.
Bir de hâlâ devam eden bir resim sevginiz var. Yazdığınız oyunlara bu nasıl yansıyor?
Plastik sanatlarla edebiyatın, edebiyatla tiyatronun kurmuş olduğu ilişkinin koparılmaz olduğunu düşünüyorum. Bunun için Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk El Sanatları Tezhip-Minyatür Bölümü’nde okudum, resim üzerine yüksek lisans yaptım. Böylece hem sabrım, hem de klasik sanatlardaki görüşüm gelişti. Plastik sanat bilgimi en güzel ışık tasarımlarında kullandım.

HİÇBİR YERE BAKMAYIN
SADECE BANA BAKIN

Bunun için mi profesyonel tiyatro hayatınıza ışıkçı olarak adım attınız?
Evet ama ışıkçılık biraz da üstüme kaldı. Bilsak Tiyatro Atölyesi’ndeyken ışığı kim tasarlayacak diye tartışılıyordu. Güzel sanatlar okuyan, resim yapan, bu işin plastik değerini bilen ve bir de oyun yazan biri olduğum için beni seçtiler.
Mezun olduğunuzda iç mimarlık alanında danışmanlık da yapıyordunuz. Yazarlık ne oldu bu arada?
Devam ediyordu tabi ki. Sadece oyun değil, makaleler ya da öyküler de yazıyordum. Çünkü yazmak bir disiplin meselesi. Her gün oturup en az bir saat yazardım. Aklıma bir şey gelmese bile yemek tarifi yazardım, enerjiyi ve pratiği kaybetmemek için.
İlk dönemde ne tür öyküler ya da oyunlar çıkardınız ortaya?
1994’te yazdığım “Rahat mısınız?” ilk profesyonel oyunumdu. Gölge perdesinin arkasında oynadığım tek kişilik bir oyundu. Bundan sonra da uzun süre tek kişilik oyunlar hazırladım.
Neden hep tek kişilik oyunlar yazdınız? Bencillik var mı bunun içinde?
Tabi ki. Burada müthiş bir narsist tatmin var. “Sahnedeyim, tek başımayım, hiçbir yere bakmayın, bana bakın” demek istiyorum. Ama bunun dışında her şey bir öğrenme metodu aslında. Bundan sonra artık fazla tek kişilik oyun yazmam diye düşünüyorum. Bu bir geçiş, öğrenme dönemiydi. Zamanla paylaşmayı öğrendim.

BİR KADINI ANLAYABİLMEK İÇİN
BİR ERKEĞİ SEVEBİLMEK GEREKİR

Tek kişilik oyunlarınızdaki Kadın ruhunu yansıtmanız da Belkış Düştü Kuyuya oyunuyla başladı. Neydi sizi kadın sorunlarına yönlendiren?
Çünkü kadın ruhunu çok iyi biliyorum. Kadını bilmek, kadını sevmekten geçmiyor. Bir kadını anlayabilmek için bir erkeği çok iyi sevebilmek gerekir. Çünkü bir kadın, erkeği sever. Siz de bu sevgi üzerinden bir kadını yazıyorsanız, sizin de o kadının sevdiği erkeği sevebiliyor olma gücüne sahip olmanız gerekir. Sonuçta erkeği seven bir erkek olarak ben, kadını çok iyi anlıyorum. Bir kadının neler yaşadığını, neler hissettiğini, ona nasıl aşık olduğunu ya da nefret ettiğini biliyorum. Bu arada bir erkeği de çok iyi anlıyorum. Bunun için çok şanslıyım. Ayrıca kadın üzerinden bir şey yazmak çok üretkendir. Bir erkek üzerinden bir şey yazmak, malzemesi kısıtlı olan bir durumdur.
Peki neden yaşlı bir kadınla başladınız?
Çünkü beni büyükannem büyüttü. En yakınımdaydı. Yazmak, ceplerinizdeki çakıl taşlarını dökmektir. Ben de önce elimdekileri tüketip dışarıya bakmaya başladım. Bunun için artık kendimi değil, dışarıyı yazıyorum. Bu anlamda iç disiplin olarak profesyonelleştiğimi düşünüyorum.
Basit bir ev kazası ne zaman ortaya çıktı?
Günay’la müzikalde birlikte oynamıştık. Ona hep “Ben sana bir şey yazacağım” diyordum. Günay da çok istiyordu. Çünkü çok birbirimize benziyoruz. Huylarımız, karakterimiz, entelektüel yapılanmamız, hayata bakış açımız hep aynı. Mesela biz, Sünger Bob gibi komik bir çizgi filmde ağlayabiliyoruz. Oyun da birlike vakit geçirdiğimiz bu süreçte çıktı. Oyun, Günay’ın üstüne biçildi, elbise gibi. Çok eğlendik. Yeni projemde de onunla çalışmak istiyorum.
Oyunlarınızın içinde olmazsa olmaz diyeceğiniz nedir?
Alternatif düşünme ve sağduyu karakterlerin varlığı. Bir de bu oyundaki şaşı bakkal çırağı gibi şaşkın karakterler hep oluyor.


TÜRKİYE’DE KADIN OLMAK
FERRARI’YLE TIR’A ÇARPMAK GİBİ
Kadınlar bir ev kazası mıdır?
Evet, hatta zincirleme kaza bile denebilir. Onların durumu, Ferrari’yle kamyona çarpmak gibi. Ayaklarının üzerinde duran, parasını kazanan kadın Ferrari olsa bile çarptığı şey ne yazık ki bir kamyon. Ne kadar gidebilir ki... Ev kadınlarının durumları bundan da zor; kocasının, çocuğunun da yükünü taşıyor. Erkeklikse yüksüz bir TIR olmak gibi.
Oyunda nelere odaklanmak istediniz? Çarpıcı noktalar neler?
Oyunda dört duvar arasında yaşayan bir ev kadınının kafasına bir pencere açıldığında neler olduğunu görüyoruz. Sıkılan insanların tek çıkış noktası vardır; hayalleri. Bu yüzden benim için önemli olan; sıradan, basit bir ev kadınının hayalleri ve düşleriyle kendinin aşmasının öyküsüydü.
Bir ev kadınının hikayesini bu kadar ince detaylarla anlatmak için nasıl bir çaba harcadınız?
Özel hayatımda da çok detaycıyımdır, keyif alırım. Karşımdakinin geneline değil, detaylarına bakarım. Çünkü bir insanın atkısı bile onun ruhunu anlatabilir. Songül karakterinde de bunu yaptım. Ama tekstte tabi ki cinlikler de var. Çünkü seyirciyi korkutmak istemem. Annem de babam da oyunu anlayıp gitmeli. Mesela gelecek ay Garajistanbul’da Darüllove adlı bir oyunum sahnelenecek. Mesela bu, geçmişle günümüz arasında gidip gelen bir tragedya, deneysel kapıları çok açık. Böyle olsun istemedim.
Peki oyun kadınlara mı hitap ediyor, erkeklere mi?
Yazarken kadınları daha çok ilgilendirir diye düşünmüştüm, Ama erkekler, kadın izleyiciden daha çok eğlenir oldu. Sanırım kendilerini gördüler. Çünkü Songül, sadece kadını değil erkeğin de sıkışmış dünyasını anlatıyor.


RESİMLERİ MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR
Murat İpek’in yazarlık, oyunculuk ve yönetmeliğinin dışındaki en büyük zevki soyut resimler yapmak. “Entelektüel ve felsefi yanım resimle kendini mutlu ediyor, derdimi ifade etmeye yönelik yanım ise tiyatroda ortaya çıkıyor” diyor. Onun bu yönünü en iyi, koleksiyonerler biliyor. Pek çok önemli koleksiyonda resimleri var. Pazar günü yapılacak 8. Beyaz Müzayede’de resimleri satışa sunulacak. Bu durum Murat İpek’in çok hoşuna gitse de yine de içi acıyor: “Resim, mahrem yanım. Herkse anlatamadıklarımı resme aktarıyorum. Belki de bu yüzden onları satarken çok acı çekiyorum. Ama bu durum oyunlarımda geçerli değil.”

(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif 8.3.2009)

1 yorum:

  1. çok başarılı bir röportaj olmuş deniz hanım... oyunu izledim ve şahaneydi, izlemeyenlerin de görmesini çok isterim....

    YanıtlaSil