5 Mart 2009 Perşembe

Van Gogh'la tanışın



23 yıldır Kenter Tiyatrosu'nda Sırça Kümes, Ver Elini Broadway, Anne Karenina ve 39 Basamak gibi oyunlarda izledik Hakan Gerçek'i. Televizyon çocuklarıysa Ruhsar dizisindeki eğlenceli karakterle tanıdı onu. Gerçek, geçen yaz kendi kanatlarıyla uçmaya karar verdi ve Kenter'den ayrılıp Tiyatro Gerçek'i kurdu. Amacı Yıldız ve Müşfik Kenter'den öğrendiklerini atölye çalışmalarıyla yeni kuşaklara aktarmaktı. Ama en önemlisi Türkiye'de neredeyse hiç yapılmayan portre ve biyografi oyunlarını sahnelemekti. Bunun için aklına ilk gelen 21 yıl önce Müşfik Kenter oynadığında asistanlık yaptığı Gordon Smith’in tek kişilik oyunu Van Gogh oldu. Dilimize Ülkü Tamer'in çevirdiği oyun, zamanında çok anlaşılmayıp parasız kalan, hastalığı yüzünden çok acı çeken Van Gogh'un neler yaşadığını anlatıyor.
Herkes az çok tanır Van Gogh'u. İmzasına dikkat edilmese de sarının, kesik kesik çizgilerin hakim olduğu resimleri bir kez bile olsa kitapçıların duvarlarında ya da kafelerde görülmüştür. Bazı kesimlerse onu, kulağını kesen deli ressam diye bilir.
Aslında küçükken sanat simsarlığı yaptıktan sonra 1879'da misyonerlik için Belçika'da fakir bir madenci bölgesi olan Borinage'e yerleşti. Madencilerin kötü yaşam koşullarından çok etkilendi ve onlarla yatıp kalkmaya, vakit geçirmeye, dertlerini dinleyip resimlerini yapmaya başladı. İşte Hakan Gerçek'in sahnelediği Van Gogh oyunu da hayatının bu bölümünden başlıyor. Karanlık bir ortamda babasını, ailesini, işçilerin problemlerini ve eskizlerini dinliyoruz Hakan Gerçek'in etkileyici sesinden.
Yaklaşık beş metrelik, kocaman bir şövale hayal edin. Tuval yerleştirilen kısmında beyaz bir perde, altındaysa eşyalar var; boy boy tuvaller, çöp gibi etrafa saçılmış saman kağıtlar, mum, sandalye... Hepsi Van Gogh'un evini ya da diğer bir deyişle sığınağını oluşturuyor. Çünkü oyunun dekoru maden işçilerinin anlatıldığı bölümden sonra bu hali alıyor. Lahey, Nuenen, Anvers, Arles, Paris ve tedavi gördüğü Saint-Remy'de geçen yalnız, parasız, acı dolu ve biraz da deli hayatını dinliyoruz. Ama sakın "Konferansa mı gidiyoruz" ya da "Van Gogh'un biyografisini mi dinleyeceğiz" diye düşünmeyin. Çünkü Hakan Gerçek sahnede gerçekten Van Gogh'a bürünüyor ve onun içindeki acıları, sevinçleri, keşifleri sanki kendi yaşıyormuşçasına başarıyla, dinamik bir şekilde aktarıyor. Bunu tek başına da yapmıyor. Anlattığı olayların ve hikayelerin olduğu dönemde Van Gogh'un yaptığı resimler büyük şövalenin perdesinde gösteriliyor. Yani Van Gogh'un düşüncelerinin resmine nasıl yansıdığını anında öğrenebiliyorsunuz. Patates yiyenler, Teras Kafe, Arles Köprüsü, Günebakan, Kargalarla Buğday Tarlası, Yıldızlı Gece, Joseph Roulin gösterilen 50'ye yakın resimden bazıları.

OYA KÜÇÜMEN'İN ÇIĞLIĞI
VAN GOGH'UN SARISI
Hakan Gerçek, Van Gogh için uzun süre araştırma yapmış. Hollanda'daki müzesini gezmiş, onun için çekilen filmleri seyredip kitapları okumuş. Bununla da kalmayıp Van Gogh'un yakalandığı epilepsi hastalığını daha iyi kavrayabilmek için psikologlara danışmış: "Hastalığı, resimlerinin ve hayatının en önemli parçası. Hastalığına dair pek çok kanıtlanmayan sav var. Mesela boyaların tadına bakarmış. Kimileri sadece sarı görmesinin nedenini boyalardaki kimyasal maddelere yoruyor."
Oyunun en etkileyici yanlarından biri de Oya Küçümen ve Bora Ebeoğlu'nun hazırladığı müzikler. Sesini sakin Türkçe pop şarkılarda duymaya alıştığımız Küçümen, oyun için bambaşka bir tarza bürünmüş. Aynı anda hem insanın içini sıkıp, hem de dinlendirebilen müziklerdeki çığlıkları adeta Van Gogh'un hastalığında kafasının içinde duyduğu çığlıkları anlatıyor.

HÜZÜN BENİ CEZBEDİYOR
VAN GOGH'UN HAYATINDA DA FAZLASIYLA VAR
Kenter Tiyatrosu'ndan ayrılmaya nasıl karar verdiniz?
-Son iki yıldır aklımdaydı. Atilla Birkiye'yle şiir dinletileri yapmaya başlamıştık. Bir tiyatro kurarak bunun gibi farklı ve bana ait projeler yapmak istedim. Şu anda Tiyatro Gerçek'in binasında başladığı gibi atölye kurup yeni oyuncular yetiştirme hedefindeydim. Geçen yaz eşimle tatildeyken birden karar verdik, İstanbul'a dönünce bir ay içinde resmi işleri hallettim. Aynı anda da Van Gogh'a yöneldim. Ülkü Tamer'in çevirdiği tekstini buldum. Kenter Tiyatrosu'nda şu anda "39 basamak" adlı oyun devam ediyor. Bitince tamamen ayrılmış olacağım.
Neden özellikle Van Gogh?
-1988'de Oğuz Aral yönetmenliğinde Müşfik Kenter oynamıştı Van Gogh'u. Ben de asistanlığını yapmıştım. Yine slayt gösterisi vardı ama teknoloji bu kadar gelişmiş olmadığından perdenin arkasından gösteriyordum. Yani oyunu izleyemiyor, sadece dinleyebiliyordum. Çok etkileyici ve öğreticiyid, sanki 100 tane klasik eser dinlemiş gibi hissetmiştim. Kulağımda hâlâ sesi var ve oynarken etkileniyorum. O zamanlar yaşım ve deneyimim uygun olduğunda bu oyunu sahnelemeyi kafama koymuştum. Kendi tiyatromu kurunca da aklıma ilk o geldi. Bir de tiyatroyu portre ve biyografilerin sahnelendiği bir yapı üzerine oturtmak istiyordum. Van Gogh da kendi portresini en çok yapan biri olarak en uygun kişi oldu işlemek için. Bundan sonra Cemal Süreyya gibi yerli portreler yapacağım.
Van Gogh size ne ifade ediyor? Oyundan önce de hayranı mıydınız?
-Resimlerini çok seviyordum ama oyunla karşıma çıkınca merakımı başka türlü uyandırdı. Müşfik Kenter'in sahnelediği dönemde tabi ki şimdiki gibi anlamamıştım, çünkü 24 yaşındaydım. Sahnelemeye karar verip iyice araştırınca tekstin anlamı farklılaştı. Çok acılı, hüzünlü bir hikayeye dönüştü. Hüzün beni çok cezbediyor. Van Gogh'un hayatına detaylı bakınca sevmenin ve çalışmanın ne kadar değerli olduğunu da gördüm. Ruh halimle, şu anda yaşadıklarımla bazı konularda çok yakın hissettim. Kenter Tiyatrosu'nda da severek çalışmayı öğrenmiştim, şimdi bunu Van Gogh'la yansıtıyorum.
"Kendime yakın buldum" dediğiniz hangi noktalar?
-En çok fikirleri ve mesleğine olan aşkı cezbetti. O yolda hiçbir ödün vermiyor, bu çağda bunu yapan artık kalmadı. Kenter Tiyatrosu'nda görmüştüm bu durumu en son. Van Gogh "Kendimi aşarak başarıya ulaşabilirim sadece" diyor. Buna çok inanıyorum. Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde bu cümleye daha çok sarılmak gerekiyor. Bir de ressamın acısı, hüznü çok ilgimi çekiyor. Bazen oyunun dışından baktığımda "Çok abartmışsın be Van Gogh" diyorum ama gerçekten çok acı çekmiş. Kendine çok acıyor, yalnız, melankolik bir adam olması ilginç. Belki de onu kamçılayan, iyi yol almasını sağlayan bu oldu. Paris'teki cıvıl cıvıl hayata geldiğinde bile mutlu olmuyor. "Güneş istiyorum" diyor. Ama bulup yapınca "Hoşnut değilim, yıldızları yapacağım" diyor. Aslında hiçbir şeyden mutlu ve tatmin olmuyor. Belki de bu sayede daha iyilerini yaptı. Acıya olan tutkusu bana çok yakın geliyor. Ben de acıyı çok seviyorum. Çünkü acı, insanı geliştiren bir şey. Tıpkı onun başardığı gibi.
(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder