24 Kasım 2011 Perşembe

Bu mesaj herkese

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde Beyhan Murphy’nin sanat yönetmenliğinde kurulan 'Modern Dans Topluluğu İstanbul (MDTist)', Seyahatname'den sonra gençlere yönelik bir proje olan 'Şehir-Orman'la sahnede. Beyhan Murphy’nin reji ve koreografisiyle ilk defa Ankara MDT tarafından sahnelenen dans drama türündeki eser, pek çok güncellemeyle hazırlandı. Yazar Rudyard Kipling'in 'JungleBook' kitabından yola çıkılan eserde, bir gencin hikayesi ile beraber, toplumu yakından ilgilendiren gençlik ve çevre sorunlarına hem eğlenceli, hem de düşündürücü bir bakış açısıyla yaklaşılıyor. Bir eğitim ve iletişim projesi olarak hazırlanan Şehir-Orman, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin geleceğini tehdit eden sosyolojik sorunların ekseninde çevre ve doğa kirliliği, toplumdaki eğitim yetersizliği, nesli tükenmekte olan hayvanlar, yeşil alanların içinde bulunduğu tehlikeler, sokakta yaşayan/çalışan çocuklar gibi gündemlerle gençlerin dünyasına ışık tutuyor.
20 kişinin sahnelediği eserin müziklerini Rahman Altın, hem vahşi doğayı hem de şehir yaşamını çağrıştıran stiliyle kostümü Serdar Başbuğ hazırladı. Ünlü müzik grupları maNga ve Athena da birer parçayla oyuna dahil oldu. Beyan Murphy'le tüm projeyi konuştuk.

Bu eseri seçmeye ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Ankara MDT'de daha önce sahnelemiş olmanızın etkisi nedir?
- MDTist yeni bir oluşum ve her yeni oluşumda olduğu gibi, alt yapı süreci, lojistik süreç zaman alan bir iş. Klasik ve modern olarak iki ayrı tecrübe alanından gelen dansçıların birbirine kaynaşması ve bir proje grubu için gereken sinerjinin oluşması zaman alan bir mesele olduğu için, daha önceden denenmiş ve başarısını ispat etmiş eserlerle başlamanın sanat politikası olarak daha doğru bir yöntem olduğuna inandım.
Junglebook kitabından kısaca bahsedebilir misiniz? Neler anlatılıyor kitapta?
- Nobel ödüllü Rudyard Kipling’in 1894’te o zamanın İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da yaşamasının sonucunda yazdığı ve dünya literatüründe çok tanınan bir yeri olan bu hikayede aslında alt metinler var. Hayvanlar antropomorfik (insan biçiminde) ahlak değeri taşıyan hikaye kahramanları. Hayvan ve insan kanunları arasındaki çelişki, insanların ‘vahşi’ hayvanları avlamaları sonucunda hayvanların kendilerini korumak için insanlara saldırmaları, aslında orman yasasında böyle bir şey olmadığı gibi... sosyal dokuda birçok gönderme yapıyor. Metnin günümüze uyarlanabileceğini gördüm. Kipling’in göndermeleri, şehir ve orman ekseninde bize çok fazla materyel imkanı veriyor. Mogli adı verilen gencin bir kurt aile tarafından evlat edinilmesi (-ki kurtların sürü olarak ailevi değerleri çok yüksek), panter tarafından korunması, ayı tarafından eğitilmesi, kaplan tarafından avlanmaya çalışılması (-ki kaplan daha önceden insanlar tarafından avlanmaya çalışıldığı için Mogli’ye diş biliyor) ve tabii ki hikaye ormanda cereyan ettiği için, doğa ve çevre konularının gündeme getirilmesi açısından biçilmiş kaftan.

7'DEN 70'E TÜM GENÇLERE YÖNELİK
Eser için kitaptan ne kadar esinlendiniz?
- Karakterler ve ana hikaye ekseni üzerinden çalıştım ancak major bir büklüm, bir ikinci hat yarattım, o da Şehir hayatı tabii. Şehir ile orman arasında gidip gelen bir dikiş bu, ben genelde senaryolarımda böyle bir ikili metod kullanıyorum. Paralellikten bir üçüncü aksiyon doğuyor, o da başka bir devinim düzlemi yaratıyor.
Sahneye uyarlarken hikayede yaptığınız değişiklikler oldu mu?
- Değişiklik değil ama şehirde geçen hikayeyi ormanın bir izdüşümü olarak tasarladım. Dolayısıyla kitapta olmayan hadiseler cereyan ediyor şehirde ama ana hikayeden ayrılmadan yapıyoruz bunu.
Eser sadece çocuklara yönelik mi? Değilse, büyüklerin ilgisini nasıl çekecek?
- Eser küçük çocuklara değil özellikle ‘gençlere’ yönelik. Kanımca 10-21 yaş arası daha uygun ancak ‘genç’ tanımı tartışılan bir şey, 7’den 70’e tüm gençlere yönelik demeyi tercih ediyorum. Hedef almak istediğim kitle ergenlik ve erken üniversite çağı. Ancak herkesin keyif alıp düşünebileceği o kadar çok bilgi var ki içinde seyirci kitlesini kısıtlamak yanlış olur.

*****

ANA MESAJIMIZ ÇEVREYE DUYARLILIK
Bu eserde doğaya ve çevreye duyarlılık uyandırmak, ana mesaj. Bunu biraz didaktik bir yöntemle yapıyoruz ama toplum artık internet-TV-Film sektörü medyalarında hızlı bilgi akışı ve görsel bombardımana alıştı. Dolayısıyla ben bunu sahneye taşımakta bir sakınca görmediğimden, iki ekran vasıtasıyla gerek çevre gerekse şehir yaşamındaki tehlikelerle ilgili yoğun bir bilgi akışı sağlıyoruz.

******

MANGA VE ATHENA'DAN İKİ ŞARKI
MDTist'in sahnelediği Şehir-Orman, tam bir görsel şölen. Serdar Başbuğ'un hazırladığı kostümler, Tuncay Kalyon'un orijinal dekor tasarımı üzerine Behçet Malikler'in uyarlamaları, izleyicinin kendini gerçekten bir ormanda hissetmesini sağlıyor. Eserin müzikleri de dikkat çekici. Rahman Altın'ın bestelerinin yanı sıra Athena ‘durma’ adlı parçayla, maNga ise ‘palyaço’ ile projeye dahil oldu. Oyunda ünlü simalar da var. Eserde geçen 'ŞEHİR_ORMAN TV' kanalında Mirgün Cabas ve Çiğdem Anad, şehirde cereyan eden bazı olaylara ve tehlikelere dikkat çekiyorlar.

** Modern Dans Topluluğu İstanbul'un sahnelediği 'Şehir-Orman' gösterisi 27-29 Kasım ve 18-20-21 Aralık'ta Fulya Sanat Merkezi'nde izlenebilir. Tel: 0212 215 60 29.


(Deniz İNCEOĞLU - Hürriyet Keyif - 19.11.2011)





31 Ekim 2011 Pazartesi

Ne hissediyorsun?

İKSV'nin gösteri mekanı Salon'da her pazartesi Talimhane Tiyatrosu, "Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince Ama Şimdi İyi”yi sahneliyor. Seçil Honeywill'in Lucy Kirkwood’un eserinden günümüze uyarladığı eser, zengin olma hayalleriyle Ukrayna'dan İstanbul'a gelen Dijana'nın bir erkek tarafından kandırılıp pasaportuna el konulmasının ardından yaşadıklarını anlatıyor. Modern çağın en önemli sorunlarından biri olan "kadın ticareti" konusunu işleyen oyun, insan tacirliğinin geldiği boyutu sahneye taşıyarak, bunu, özellikle kadınlar üzerine dayatan sistemi eleştiriyor.
Türkiye'nin hâlâ en önemli sorunlarından biri, kadın ticareti. İyi bir iş, iyi bir yaşam vaadiyle kandırılan, özellikle Rusya ve Ukrayna kökenli kadınlar kötü şartlarda Türkiye'ye getirilip, yine kötü şartlarda yaşamaya zorlanıyorlar. Pek çoğu ne yazık ki seks kölesi olarak çalıştırılıyor. Pasaportlarına el konuluyor, kaçak giriş yaptıkları için polise de sığınamıyorlar.
Bu kadar yaygın bir sorun olmasına rağmen, kadın ticareti konusunu tiyatro sahnelerinde pek rastlayamamıştık şimdiye kadar. Sonunda Talimhane Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Mehmet Ergen, bu işe el attı. "Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince Ama Şimdi İyi" adlı oyunu sahneye taşıdı.
Eser, henüz 27 yaşındaki İngiliz yazar Lucy Kirkwood'a ait. İlk oyununu 2005'te yazan Kirkwood, eleştirmenlerden tam not aldıktan sonra kariyerinde ilerleyerek devam etti. Mehmet Ergen, ilk önce Londra’da genel sanat yönetmenliğini yaptığı Arcola Theatre'ya taşıdı bu eseri. Hapishanedeki kadınlarla buluşarak yalnızca kadın yazar ve yönetmenlerle çalışan Clean Break adlı tiyatroyla ortak çalıştı. Ancak bu iş Türkiye'ye de gelmeliydi. Ne de olsa, bu konu ülke de büyük sorundu. Eserin Türkçe çeviri ve uyarlamasını Seçil Honeywill yaptı. Esra Bezen Bilgin ve Güliz Gençoğlu'nun sahnelediği oyunda Ukrayna'dan İstanbul'a gelen Dijana'nın bir erkek tarafından kandırılıp pasaportuna el konulmasının ardından yaşadıkları anlatılıyor. Fuhuş çetesi üyelerinden birine aşık olan ve sonuna kadar umutlu olmaya çalışan genç bir kızın öyküsü bu. Polis nezaretinde tanıştığı bir başka kız; birlikte Türkiye’ye gelince yaşadıkları ve öncesi... Mehmet Ergen hikayeyi anlatırken dekorda ağırlıklı olarak yatak unsurunu kullanıyor. Dijana'nın aşık olup kapatıldığı evin yatağı, nezarethane yatağı ve fuhuş yapılan yatak... Bu şekilde tüm konu, daha çarpıcı bir hâl alıyor.

*** Oyun, ismini yedi yaşında bir kıza yapılan kalp naklinin ardından kendisine yöneltilen “Ne hissediyorsun?” sorusuna verdiği, gazetelere yansıyan cevabından alıyor: "Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince Ama Şimdi İyi."


Yönetmen Mehmet Ergen
OYUNDA ERKEKLER DE VAR AMA
FİGÜR OLARAK DEĞİL

Lucy Kirkwood'un eserini tiyatroya uyarlamaya nasıl karar verdiniz? Eserde dikkatinizi çeken ne oldu?
- Oyun ilk önce Londra’da genel sanat yönetmenliğinı yaptığım Arcola Theatre ile hapishanedeki kadınlarla buluşarak yalnızca kadın yazar ve yönetmenlerle çalışan Clean Break adlı tiyatronun ortak bir çalışması olarak ortaya çıktı. Daha sonra ben, oyunu Türkiye’ye uyarlamaya karar verdim. Çevirmen Seçil Honeywill'le birlikte çalışıp oyunun sıradışı bir kurgusu olması ve bir oyuncu için inanılmaz malzemeler sunması çok önemliydi. Ancak yönettiğim her oyunda olduğu gibi bu oyunu sahneleme kararı almamda en büyük etken konusu oldu.
Kitaptan ne kadar faydalanıldı?
- Kurgusal ve karakterler arası çatışmalar olarak birebir uyarlandı.
Kitap üzerine yapılan güncel eklemeler oldu mu? 
- Tabii ki. Olayın Türkiye’deki fuhuş meselesine eğilmesinden dolayı Odesa, Ataköy, Antalya hattı üzerinden bir coğrafya seçildi. Levent’te bir villada bakıcı olma hayalleri, Kanyon’dan alışveriş etmek, Tefal, Arçelik sahibi olmak... Bunlar hep bizim eklediğimiz şeyler. Bir de tabii oyunun aslında Nijeryalı ve Hırvat karakterler var, biz bunları Ukraynalı ve Türkmen yaptık.
Neden oyunun ismini kalp nakli geçiren kıza sorulan cevaptan aldınız? Bu cevap oyunun tamamını nasıl özetledi? 
- İsmi yazar seçti. 7 yaşında bir çocuk bile bir başkasının kalbiyle yaşayabiliyor. Başka kalperle başka hayatlar yaşanabiliyor. Bunun da ötesinde cesaret gösterip hayatını değiştirmek çok önemli bu oyunda. Ana karakter Dijana da bunu yapıyor, İstanbul’a geliyor; yeni bir hayat için.
Hazırlanırken Türkiye'deki gerçek öykülerden de yararlandınız mı?
- Türkiye’de bu gibi durumları yaşayanları çağrıştıran birçok öge var ama temelde bir insanın hikayesiyle binlerce kişiye dikat çekiliyor.
Oyunda sadece iki kadın oyuncu yer alıyor. Erkeklere ya da diğer yan figürlere yer verilmemiş. Neden böyle bir yol izlediniz? 
- Aslında verildi. Açık ve net başka erkekler de var oyunda. Ama onları canlandıran erkek oyuncular yok. Bu hem yazarın, hem de İngilizce’de yaptığımız yapımın bir sonucu; kadın ağırlıklı bir oyun yazılması. Tiyatroda kadınlara öncelik vermenin en önemli yolu kadının başrolde olduğu oyunlar yazmak ve onlar için mükemmel roller kaleme almak.


SEYİRCİ NE DİYOR
* Bu sorunun daha önce sahnede işlenmediğine inanamıyorum.
* Hep duyup görmezden geldiğimiz bir yaranın birden karşımıza çıkması ne kadar etkileyici.
* Esra Bezen Bilgin inanılmaz bir oyuncuymuş.
* Tiyatro işte bunu yapmalı.
* Nasıl yani, bu yazar 1984 doğumlu mu?

HER PAZARTESİ
Talimhane Tiyatrosu'nun sahnelediği "Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince Ama Şimdi İyi” kasım ayında her pazartesi İKSV Salon'da. Biletler 20-25 lira. Tel: 0212 334 07 52.


(Deniz İNCEOĞLU - Hürriyet Keyif - 2011)


28 Ekim 2011 Cuma

Bu haftasonu her şey Van için!

Christian Prommer
Acısı hem maddi, hem de manevi devam eden Van depreminin ardından sadece devlet kurumları ya da özel şirketler değil, sanat toplulukları da elinden geleni yapıyor.
Özellikle 41 grup ve sanatçının katıldığı 'Van İçin Rock'ın şimdiden yüzlerce bileti satılmış durumda. Ama 'Van İçin Rock' yalnız değil.
Lounge FM ’in düzenlediği, 29 Ekim ’de Beyoğlu Tomtom Sokak ’ta gerçekleştirilecek  ‘Urban Festival Istanbul’ ise Biletix satışından elde edilecek gelirin tamamının Van ’a bağışlanacağını duyurdu. Caz, funk, soul gibi türlerden örneklerin izlenebileceği festivalin konuklarından bazıları Bajka, Christian Prommer's Drumlesson, Ben Westbeech And Band ve Mop Mop. Festivalin öne çıkan özelliği, sıradışı müzik kombinasyonları ve sahne şovları. Hindistan doğumlu olup Portekiz ve Güney Afrika’da büyümüş olan şair, şarkı sözü yazarı ve şarkıcı Bajka’nın Asya’daki bu uzun yolculuğu sanatçı kişiliğinin gelişiminde büyük rol oynamış. Neredeyse tüm dünyayı gezerek bu kültürlerin müziklerinden etkilendi ve kendine özgü bir füzyon tarz yarattı. Konserinde de bunları seslendirecek. Cazın yüksek ses teknolojileriyle evrilip elektronik müzikle kesiştiği bir noktanın var olabileceğine dair kanıt isteyenler nefes kesici Christian Prommer’s Drumlesson performansını kaçırmasın. Münih çıkışlı davulcu, prodüktör, DJ, proje adamı ve gerçek bir ilerici müzik dehası Christian Prommer’ın bu projesi için en kısa şekliyle Hi-tech bir caz grubu denebilir. Festivale katılanlar tek biletle aynı sokak içindeki Indigo, Garajistanbul, Indigo Lounge, Alt, Indigo Pub ve We’de farklı konserleri izleme şansını yakalayacak.

BİENALİ GEZİN
TİYATROYA GİDİN
Limonata - Tiyatro 0.2
Van'daki depremzedeler yararına düzenlenecek etkinlikler arasında tiyatro oyunları da mevcut. Örneğin Tiyatro 0.2, bu akşam İkincikat'ta sahneleyeceği 'Limonata' oyununun gelirini Van'a gönderecek. Eserde yazarın da deyimiyle "limonata gibi hem tatlı, hem ekşi bir aile" izliyoruz. Başrolde usta oyuncu Deniz Türkali var. Tipik bir anneyi, gel-gitleri olan zor bir rolü canlandırıyor. Türkali'yi yeniden sahnede görmek, ustalığını hatırlamak isteyenler için müthiş bir fırsat. Sadri Alışık Tiyatrosu da ‘Oğluma Bir Haller Oldu’ isimli oyununun 1 Kasım’da Kozyatağı Kültür Merkezi’ndeki prömiyerini depremzedeler yaranına oynayacak. Metin Zakoğlu, Cafe Theatre'da bu akşam sahneleyeceği 'Herkes mi aldatır' oyununun gelirini Van'a gönderecek. Ardından konser verecek olan Murat Evgin de aynı şekilde yapacak.
Plastik sanatlardan da Van'a yardım büyük. İstanbul Modern Sanat Müzesi, 30 Ekim Pazar günü müze ziyaretinden elde edilecek bilet gelirini Kızılay’ın yürüttüğü kampanyaya bağışlayacak. "Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar", "Hayal ve Hakikat" ve "Tekinsiz Karşılaşmalar" sergilerinin yer aldığı İstanbul Modern Sanat Müzesi, yarın 10.00-18.00 saatleri arasında açık. Aynı şekilde 13 Kasım'a devam eden, İKSV'nin düzenlediği İstanbul Bienali'nin de pazar günkü bilet satışları Van için olacak.

Deniz İNCEOĞLU - Hürriyet Keyif - 29.10.2011)


17 Ekim 2011 Pazartesi

Şapkayı önünüze alıp bir kez daha düşünün

 Biliyorum bu yazıyı okuyan pek çok tiyatrocu dostum, tanıdığım ya da tanımadıklarım bana biraz kızacak.
"Ama yazmadan duramadım" derler ya, işte o moddayım...
Ne yazık ki yurtdışında tiyatro izleme fırsatını çok yakalayamıyorum. Bunun için Türkler'in sahnelediği oyunlarla karşılaştırma fırsatım da olmuyor.
Ama sağolsun İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) hem tiyatro festivali, hem de özel davetlerle bize bu imkanı İstanbul'da sağlıyor.
Tıpkı geçen hafta Kevin Spacey'yi davet ettiği gibi...
"Allahım o neydi öyle", "Nasıl bir oyunculuk, nasıl bir kurgu" demek, sanırım durumu en net şekilde özetliyor.
Evet, pazar akşamı Kevin Spacey'nin III. Richard oyununu seyrettikten sonra aklıma ilk düşen bunlar oldu.
Bir de, yanımdaki birkaç kişiyle birlikte, ne yazık ki şunu söyledik "Türkiye'dekilerin çoğu bu işi bırakmalı."
Yalan yok, gerçek düşüncelerimiz bunlar...
Çünkü, "Ben çok iyi oyuncuyum", "Aman da bakın ne kadar iyi işler çıkartıyorum" diyenlerin, şapkasını önüne alıp şöyle bir kez daha adamakıllı düşünmesi gerekiyor.
Neden mi...
Kevin Spacey, tam 52 yaşında!
III. Richard'da, neredeyse tüm sahnelerde vardı, yaklaşık üç buçuk saat oynadı.
Üstelik tek ayağı, sakat gibi, yamuk dururken. İnadımdan oyunun bir süresinde sadece ayağını izledim, acaba yamuk bacağının topuğunu yere değdirecek mi, diye.
Ama hayır, indirmedi. Hiç dinlenmedi.
En gür sesi, en zor mimikleri, en dikkatli oyunculuğu sergiledi.
Çünkü, dünyanın önde gelen Hollywood yıldızlarından biri olsa, çok paralar kazansa da, nereden geldiğini unutmayan bir oyuncu Spacey. Tiyatroya olan saygısı ve sevgisi belli ki hiç tükenmemiş. Hâlâ izleyicisiyle televizyon ya da beyazperdede değil, canlı canlı buluşmak için uğraşıyor.
Burada yönetmen Sam Mendes'in payını da unutmamak lazım.
Özellikle ikinci perdedeki savaş sahnesini kurgulayışı, bizi bizden aldı. Akılları karıştırmadan aynı sahnede iki komutan ve askerleri gösterişi, gerçekten başarılıydı.
Evet, ne demiştik...
Şapkayı önümüze alıp bir kez daha düşünmemiz lazım!

(Deniz İNCEOĞLU - 15.10.2011 - Hürriyet Keyif)



19 Eylül 2011 Pazartesi

Sonbaharın temposuna yetişebilecek misiniz?

Sonunda sonbahar geldi de birer birer tüm aktivitiler anons yapılmaya başladı. Tiyatroların yeni oyunları, 12. İstanbul Bienali, galerilerin paralel sergileri, sonbahar kitapları... vesaire vesaire...
Hayatımız haziran ayında bıraktığımız gibi yeniden dopdolu oldu. Bu ayki programlar tamam, gelecek ay içinse şimdiden program yapmakta fayda var. Neden mi... Mesela 13 Ekim'de başlayacak olan Akbank Caz Festivali'nin programı açıklandı.
Evet, biliyorum ülkemizde şu çok çok abartılan sevgili şarkıcı Zaz'ın biletleri çoktan tükendi bile. Ama festival, sadece bu kadından ibaret değil! Onlarca şahane isim var... Carmen Souza, Avishai Cohen 'Seven Seas', Mari Kvien Brunvoll, Amsterdam Klezmer Band, Charles Lloyd New Quartet, Ozan Musluoğlu benim en başta merak ettiklerim.
Pozitif'in düzenlediği festivalde sadece konserler yok. Atölye çalışmaları, paneller, yarışmalar, cazlı brunch’lar da var. Örneğin Sevin Okyay, Murat Beşer ve Cenk Akyol gibi isimler 14 Ekim'de "Radyoda Caz Çalıyor" paneline katılacak. Ertesi gün, Nilüfer Verdi, Ayşe Tütüncü ve Jülide Özçelik gibi isimler “Caz Müziğinde Kadın” başlıklı panelde olacak.
‘Sanat-çı engel tanımaz!’ diyen Düşler Akademisi ise bu kez 23 Ekim'de gönüllü müzisyenleri ve sosyal dezavantajlı gençlerle Social Inclusion Band ile Akbank Sanat’ta sahne alacak. Bir de o leziz brunch'lar, bu yıl da devam ediyor. 16 Ekim'de Feriye Lokantası, 23 Ekim'de Moda Teras'ta farklı müzikal disiplinlerden gelen beş genç müzisyenden oluşan LAGE, sahnede olacak.

BUNLARI KAÇIRMAYIN
Bu özetten sonra gelelim gitmeyi düşündüğüm konserler hakkında daha fazla bilgi vermeye...
Cape Verde asıllı Portekizli şarkıcı Carmen Souza, çoğu başarılı müzisyen gibi ilk olarak kilise korosunda şarkı söylemeye başlamış. Nina Simone, etkilendiği en önemli isimlerden biri. Keşfedilmesiyse Portekiz’in önemli caz basçılarından biri olan Theo Pas’cal tarafından olmuş. Aynı anda akıl hocası olan Theo ile beraber parça yazmaya başlayan Souza, atalarının dili olan Creole lisanını da parçalarında kullanıyordu. 2005'te ilk albümünü yayınladıktan sonra şimdi son albümü “Protegid” ile Afro-Latin, dünya müziği ve caz arasında gidip gelen renkli çizgisiyle İstanbul'da olacak.
Festivalin en eğlenceli konserlerinden biri olacağını iddia ettiğim isim tabii ki Amsterdam Klezmer Band. 1996'da saksafon ustası Job Chajes tarafından kurulan grup, Amsterdam sokakları ve parklarında sergiledikleri hareketli performansları ile kısa sürede dünya çapında tanınmıştı. Repartuvarlarını birlikte hazırlıyorlar. Balkan/Çingene/Klezmer müziklerinin orta noktasındalar denilebilir. Ortadoğu ve Afrika etkilerinin müziğinde hissedildiği basçı ve besteci Avishai Cohen de tüm yakışıklılığıyla festivalde olacak. 9 yaşında piyano ile başlayan müzik hayatına 14 yaşında basgitar ve kontrbas ile devam eden sanatçının etkilendiği isimler arasında Jaco Pastorius var. Danilo Perez ile çalarken usta isim Chick Corea tarafından keşfedilen ve ünlü müzisyenin himayesinde 1997 senesinde ilk albümünü çıkaran sanatçı, günümüze kadar 12 albüm yayınladı. Şimdi son albüm “Seven Seas” ile burada olacak.
Bu arada hatırlatalım festival biletleri 5-115 lira arasında...

(Deniz İNCEOĞLU - Hürriyet Keyif - 17.9.2011)

5 Eylül 2011 Pazartesi

Kadıköy'ün arka sokağındaki yabancılar

30 yıllık Kadıköylüyüm ama hâlâ iyice keşfedemediğim noktaları, mekânları var. Hush Gallery de bunlardan biriydi.
Süreyya Operası'nın karşı sokağındaki yemekçilerin arasından geçtikten sonra sola dönünce karşınıza çıkıyor Hush. Şahane, eski bir cumbalı eve konuşlanmışlar. Hep önünden geçerdim ama içine girmek kısmet olmamıştı. Sonunda geçen hafta aklımdaki bu maddeyi de yapmayı başardım.
Hush'la ilk tanışmanız tamamen hangi kattan girdiğinizle alakalı. Çünkü üst kata adım atarsanız sizi harika bir İtalyan restoranı karşılıyor. Ama eğer alt kattan girerseniz galeriyle tanışıyorsunuz.
Ben tercihimi alt kattan yana kullandım.
Eserlerden önce ilk etkilendiğim mekânın ruhu oldu. Bir kısmı beyaz yağlı boya, bir kırmızı kahverengi taş duvarlardan oluşan Hush, yurtdışındaki yeraltı galerilerini anımsattı birden. İstanbul'da alıştığım pırıl pırıl galerilerden farklı bir konsepte dalmak iyi hissetirdi açıkçası. Galerinin akşam 22.00'ye kadar açık olması da farklılıklarından ve ziyaretçiyi özgür kılan özelliklerinden biri.
Galeride bugün "20/4" adlı yeni bir sergi açılıyor.
İsminin gizemi, 20 gün boyunca İstanbul'da yaşayıp eserlerini üreten dört sanatçıdan geliyor. Almanya'dan Antonia Breme (25) ve Nikola Breme (22), Polonya'dan Kasi Roswadowska-Myjak (27) ve Türkiye'den Gözde Kircioglu (25).
Her biri genç, aklı fikirlerle ve yeniliklerle dolu bu dört sanatçı, 20 gün boyunca İstanbul'u yaşayıp yeni eserler yarattılar. Hepsi bugünden itibaren 28 Eylül'e kadar Hush Gallery'de sergilenecek.
Bakın gezinti sırasında yakaladığımız sanatçılaran Antonia Breme ve Kasi Roswadowska-Myjak kendilerini, sanatlarını ve İstanbul'la buluşmalarını nasıl anlatıyorlar...

BİR GEMİ NE KADAR ÇOK ŞEY ANLATABİLİR
Antonia Breme, sanatında daha çok mekânı deneyimleme biçimini ele alıyor. Farklı materyalleri araştırarak heykeller ve enstalasyonlar yapıyor. Gündelik hayatta karşılaştığı durumlara yer veriyor. Yapılar, yüzeyler ve ayrıntılar ilgisini çeken unsurlar. Bunları yaparken Rachel Whiteread, Wolfgang Tillmans, Olafur Eliasson gibi sanatçılardan ilham alıyor. Sanatçı İstanbul’a ilk kez gelmiş. Karşılaştığı ilk şeyinse "enerji dolu ve capcanlı bir şehir" olduğunu söylüyor: "Kalabalık sokaklar, satışa sunulmuş çeşit çeşit ürünler ve onları izleyen muazzam gürültü başta çok baskındı. En çok dikkatimi çeken şeylerden biri kaos ve görünüşe göre bu kaosun hayatın bir parçası olmasıydı. İnsanlar pek çok anlamda birbirlerine bağlı görünüyorlar." Bu izlenimlerle yola çıkan Antonia Breme bakın galeride neler yapıyordu: "Burada bir gemi inşa etme fikri İstanbul’daki konumumuza ve şehrin kendi konumuna bir gönderme. Kurulmakta olan gemi, gezimizin bir durağını oluşturan İstanbul’da sınırlı bir süreliğine kalışımızı, ilerlemeden önce bu şehirde geçici olarak konaklamamızı ve çalışmamızı görünür kılıyor. Ayrıca küçük bir galeri mekânında kurulan kocaman gemi şehri deneyimleme biçimime, şehrin çok kuvvetli etkisi karşısında oldukça küçük olduğumuz hissi ile yüzleşmemize de gönderme yapıyor."
Kasia Roswadowska-Myjak'nın şehirde ilk dikkatini çekenlerse kitleler, kalabalık, gürültü, ezan sesleri, yakıcı güneş ve sıcaklık olmuş. Kendisi de bu büyük geminin inşasına yardım edenlerden. Bakın o bu gemiye nasıl bakıyor: "Buluntu materyallerden inşa edilmiş gerçek bir gemi gibi olacak. Galeriye oldukça soyut ve esprili bir şekilde yerleştirilecek, çünkü aslında oraya sığamayacak kadar büyük görünecek. Dışarıdan gemiye küçük bir kapıdan girilebilecek ve sonra yine aynı yerden çıkılacak. Gemiyi seçtik çünkü Boğaz’da pek çok gemi var ve vapurları düşünecek olursak, İstanbul onlar olmadan yapamaz. Dahası gemi göç için, Almanya’da veya başka yerlerde yaşayan Türkler için güçlü bir metafor teşkil ediyor. Sorunlar ve sızıntılarla dolu..."
Hush Gallery'de bu akşam DJ Okan Dirim'le birlikte verilecek şahane bir açılış partisi var. Ben orada olacağım, sizi de bekleriz... Unutmadan, giriş ücretsiz!
Adres: Caferağa Mah. Miralay Nazım Sok. 20 Bahariye-Kadıköy / İstanbul


(Deniz İNCEOĞLU - Hürriyet Keyif - 20.8.2011)


18 Ağustos 2011 Perşembe

Eleştirmenler onu seçti


Ünlü bir cazcı olmasına rağmen, adı belki de müzikten çok, özellikle de 60'larda ırkçılığa karşı verdiği mücadeleyle anıldı. Ve yine belki de bu yolda verdiği savaş yüzünden caz dünyasında hak ettiği konuma kavuşmakta çok gecikti.
Neyse ki son yıllarda adı, Betty Carter ile birlikte yaşayan iki caz divasından biri olarak anılmaya başlanmıştı. Ama bunun tadını pek de uzun süre çıkaramadı.
Tam bir yıl önce, 14 Ağustos 2010'da, 80 yaşındayken hayata veda etti.
Cazın efsanevi isimlerinden Abbey Lincoln'dan bahsediyorum.

DÖRT İSİM BİRDEN

Billie Holiday ve Coleman Hawkins'i dinleyerek caz müziğiyle tanışan Lincoln, 19 yaşında bir amatör şarkı yarışmasını kazanmıştı. 1951'de Anna Marie adıyla profesyonel anlamda şarkı söylemeye başladı. Kendisinin gerçek adı Anna Marie Wooldridge'ydi. Sadece bununla yetinmedi. Fotomodellik, oyunculuk, şarkıcılık, politika ve kültür elçiliği gibi birçok değişik alanda çalıştı. 1957'de Ebony dergisine "The Girl Can't Help It" adlı filmdeki rolünde giydiği Marilyn Monroe elbiseleriyle kapak olan Lincoln, ismini bu sefer de Gaby Lee olarak değiştirerek New York kulüplerinde şarkı söylemeye başladı. Bakın müzik yazarı Murat Beşer, bu farklı isimlerle ilgili ne diyor: "11 çocuklu bir ailede yetişti. Gerçek adı Anna Marie Wooldridge. Hiçbirini kendinin bulmadığı, üç takma isim, belli dönemlerini temsil ediyordu. Aminata Moseka, ona Afrika’da Gine başbakanı tarafından verilmiş. Gaby, Los Angeles’daki Fransız revüsü Moulin Rouge’da iş bulduğunda ona takılan isimdi. Ve son olarak Abbey Lincoln, menajerliğini yapan söz yazarı bir kadının buluşu."
1957'de davulcu Max Roach ile anlaşan Abbey Lincoln, aynı yıl Sonny Rollins, Wyııton Kelly,
Paul Chambers ve Kenny Dorham ile birlikte "That's Him" adlı ilk plak çalışmasını yaptı. 1960 yılında Max Roach ile "We Insist, Freedom Now Suite," 1961 yılında da Eric Dolphy ve Coleman Hawkins'le birlikte "Straight Ahead" gibi caz tarihinin iki önemli yapıtına imzasını attı. 1962'de Max Roach ile evlendi. 1992'de çıkardığı ve içinde Stan Getz'in de olduğu "You Gotta Pay the Band" çalışması ile Billboard caz listelerinde bir numaraya kadar yükseldi. Kendi bestelerini yaptığı için cazcıların arasında ayrıcalıklı bir konumu olan Abbey lincoln, şarkılannda adeta hikayeler anlatır.
14 Ağustos'ta kaybettiğimiz Abbey Lincoln, ölümünün ardından da onurlandırılmaya devam ediyor. ABD’de yayınlanan en saygın caz dergilerinden Downbeat'in 59’uncu Eleştirmenler Anketi'nde ABD ve Avrupalı eleştirmenler tarafından en iyi seçildi, Şöhretler Galerisi’ne alındı.
Biz de bu vesileyle kendisini bir kez daha anmış olalım.

(Deniz İNCEOĞLU - Hürriyet Keyif - 13.8.2011)