18 Eylül 2009 Cuma

Shakespeare’den asla modası geçmeyen aşk tartışmaları



Sonunda eylül ayının ortasına geldik de tiyatrolardan da neler sahneleyecekleri hakkında haberler gelmeye başladı.
İlk güzel prova haberi Aysa Prodüksiyon’undan; “Aşk Sözleri”.
İçinde Romeo ve Juliet, Hırçın Kız, Othello, III. Richard, Kısasa Kısas, Macbeth, Hamlet ve Bahar Noktası’ndan derlemeler olan bir oyundan neler çıkar siz hayal edin...
Oyuncu ve yönetmen Kemal Kocatürk’ün projesi bu. Konservatuvar yıllarından beri en keyif aldığı yazar olan Shakespeare üzerine o kadar çok çalıştı ve eser sahnelenmesini sağladı ki, sonunda kendisi de onunla ilgili böyle bir oyun yarattı. “Kafamdaki oyunu büyük ustanın yardımıyla kağıda döktüm. Çünkü aşk, herkes için ve de asla modası geçmeyen bir kavram” diyor bu oyuna olan güvenini anlatırken.
Aşk Sözleri’nde sekiz ayrı Shakespeare oyunundan sahneler izleyeceğiz. Ama her bir sahne farklı, küçük birer oyun gibi. Ve her biri karşımıza aşkla ilgili pek çok soru, pek çok tartışma konusuyla çıkıyor: “Aşk, iki kişilik bir örgütlenme şekli midir? Yoksa aşk, hep tek kişilik midir? Karşılıksız çek gibi midir? Yoksa bir oyalanma, gözlerini dünyanın gerçeklerine kapama şekli midir? Kıskançlık bu işin tuzu-biberi midir? Ya da bir başkası tarafından benliğinizin ele geçirilmesi midir?”
Belki de konunun bu kadar güncel olmasından dolayı Kocatürk, Shakespeare’in metinlerinde hiçbir güncelleme yapmamış. Onun oyunlarının izinde aşkı irdelerken sadece oyun aralarına aforizmalarla, zaman zaman kadın erkek ilişkilerinden yola çıkarak kıyasıya tartışmalar serpiştiriyor. Zaman zaman da felsefi boyutta, son derece yalın gibi görünen aşk kavramının ne denli anlaşılmaz, karmaşık, ne kadar derin olduğunu fark etmemizi sağlıyor.
Kocatürk, tüm bunları tartışırken seyircinin asla asık suratla oyundan ayrılmasını istemediğinden bu tragedyaların hepsini komediye dönüştürmüş. Ayrıca Shakespeare’in müthiş zengin dünyasına Ayça Kocatürk’ün müzikleri ve Salima Sökmen’in koreografisi eşlik edecek.

YAPRAK DÖKÜMÜ’NÜN FERHUNDESİ 4 AYRI ROLDE

İki saat sürecek iki perdelik oyunda önemli oyuncular sahne alacak. Son dönemde yaprak dökümündeki performansıyla popüler olan Deniz Çakır, yıllar sonra tiyatroya 4 ayrı karakterdeki başrolüyle dönüyor. Aynı şekilde Mihrace Yekenkülüğ 3, Eren Balkan 3, Ali İl 4 ve Erkan Pekbay 2 rolü üstleniyor. Kemal Kocatürk de ilk kez kendi yönettiği bir eserde sahne alıyor. 9 Ekim’de Muammer Karaca Tiyatrosu’nda izlemeye başlayabileceğimiz oyunun en sevindirici haberiyse biletlerinin bu Çarşamba, 23 Eylül’den, itibaren Biletix ve tiyatro gişesinden satışa çıkıyor olması. Siz de bir an önce sezonun iddialı yapımları arasında yerini alacak Aşk Sözleri’nden yerinizi ayırtın derim.

(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif - 19.09.2009)

11 Eylül 2009 Cuma

Bu galeride tek tıkla eser satın alabileceksiniz


Daha önce kültür sanat alanında açılmış pek çok internet sitesi tanıttık ama bu seferki başka türlü. www.galerinternet.com adlı siteyi daha açar açmaz ne kadar hiperaktif, neşeli ve bir o kadar da kullanışlı bir site olduğu anlaşılıyor.
Sitenin ana sayfası bir apartmanın katları gibi tasarlanmış. Her katta farklı bir pencere, bunların içinde de farklı sergiler var. Hangisinden başlasam diye küçük bir kararsızlık yaşayınca yandaki bilgi metinlerini incelemeye başlıyorum. Sol alt pencerede Adnan Çoker, sağ üstte Nazım Hikmet'in bir sözü dikkatimi çekiyor.
Elim ister istemez önceliği Nazım Hikmet'in olduğu pencereye veriyor. İçindense fotoğrafçı Tuna Çiner'in işleri çıkıyor. Sanatçının 1979-1982 yılları arasında Almanya'da gerçekleştirdiği "Baume" (Ağaçlar) adlı fotoğraf serisinin 30. yıl özel baskıları bunlar. Hepsinin üst kısmında isimleri, ölçüleri, özellikleri ve fiyatı yazıyor. Tabi bir de işlerin arkasında duran video görüntüleri var. Burada işlere bakarken aynı anda sokak ve Tua Çiner'i izleyebiliyorsunuz.
En başta kararsız kalıp ikinci sıraya attığım Adnan Çoker'li bölüme giriyorum. Buradan da karşıma Galeri Nev İstanbul'un Edisyonlar isimli karma sergisi çıkıyor karşıma. Bir anda gözlerim faltaşı gibi açılıyor. İçinde kimlerin işleri yok ki; Erol Akyavaş, Mike Berg, Bashir Borlakov, Adnan Çoker, Deniz Gül, Melek Mazıcı, Hale Tenger, Canan Tolon ve Nazif Topçuoğlu. Yapamayacağımı bilsem de yerimden bile kıpırdamadan, bir parmak hareketiyle onların eserlerini satın alabileceğimi bilmek bir anda mutluluk veriyor.
Bu müthiş internet galerisinin gelecek sergisinin tanıtımı da en üst sol köşede yapılıyor. Tasarımcı Ayşe Birsel eskiz defterlerinden seçme desenlerinden üretilen özgün baskıları "Eskiz Defteri" adlı sergide 9 Eylül'den itibaren sergileyecek.

İNTERAKTİF BİR FUAR ALANI
Tam kendimi kaptırmış sitenin içindekileri incelerken bir de sohbet köşesi olduğunu fark ettim. Bakalım birileri var mı diye girdim ki sitenin kurucusu Yılmaz Aysan'la karşılaştım. İsmini yaptığı tasarımlardan, çıkardığı 1968 afişleri adlı kitaptan ya da İstanbul Bilgi Üniversitesi Reklamcılık Bölümü'nde verdiği derslerden biliyor olabilirsiniz. Tabi ki hemen neden böyle bir site yaptığını sordum o da gayet net bir şekilde özetledi: "Sanat dünyamızdaki galeri ya da sanatçılarla izleyici arasında derin uçurumlar, soğuk bir ilişki var. Hem bunu giderip sanatçıyı çektiğimiz videolarla eserleriyle birlikte tanıtmak, hem de daha çok büyük şehirlerde devam eden sanat olaylarını internet üzerinden pek çok ile ulaştırmak istedik."
Evet gerçekten de Yılmaz Aysan'ın dediği gibi burası sanatçı, galerici ve sanatseveri biraraya getiren bir fuar alanı gibi. Videolarda sanatçılar ister sokakta, ister galeride çekilmiş görüntülerini kullanarak işleri gösteriyorlar. Bir yandan da onların ne kadar eğlenceli ya da konuşkan birileri olduğunu anlıyorsunuz.
19 Ağustos'tan beri açık olan siteye daha şimdiden 1300 kişi girip incelemiş. Mert Esirci'nin de iki işi satılmış bile.
Sitede satın alma işlemi de oldukça basit ilerliyor. Sol üst köşedeki "Hemen al" butonuna basarak eseri ayırtmış oluyorsunuz. Site yetkilileri de bunu galeriye ya da sanatçıya bildiriyor ve beğendiğiniz iş hemen sizin oluyor.
(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif - 5.9.2009)

Transeksüel olduğumuz için değil, iyi rol yaptığımız için buradayız


İsimleri Tiyatro Opal'i, özgürlüğü simgeleyen taştan alıyorlar. Çünkü içlerindeki en büyük özlem hürriyet.
Dört transeksüel Gül, Gülden, Seyhan ve Didem'den söz ediyorum. Bir yıllık eğitimin ardından geçen sezon sonunda Tiyatro Maan'da sahnelemeye başladıkları Üç Kuruşluk Şarkılar için kimisi ne kadar kaliteli oyun, kimisi de ne kadar başarılı oyuncuları var diye konuştu.
Her biri, üç yıl önce sahnelemeye başladığı tek kişilik oyunu "Fikriye ve Latife, Mustafa Kemal'i Sevdim"deki güçlü oyunculuğu, dansları ve şarkılarıyla izleyiciyi etkileyen Dilruba Saatçi'nin öğrencisi. Saatçi bu oyunu geçen aylarda körler için farklı teknikler kullanarak sahnelemesiyle dikkatleri üzerine toplamıştı. Son birkaç haftadır da öğrencilerinden oluşan Tiyatro Opal çok konuşuluyor. Tamamen amatör ruh ama iyi alınmış eğitimle çok iyi işler yapabileceklerini kanıtlayan dört oyuncu, transeksüellere doğru fırsatlar tanınırsa sadece şarkıcılık ya da hayat kadınlığı yapmak zorunda olmadıklarının üzerini özellikle çiziyorlar.

Yönetmen Dilruba Saatçi
TİYATROCULARIN KISKANACAĞI BİR PROJE OLDU
Kendim için bir film senaryosu yazacaktım. Her zaman farklı işleri yaparak kendimi sanatçı olarak zorlamayı sevdiğimden, kadınken erkek olan bir transeksüelin hikayesi olsun istedim. Sonuçta hiç bilmediğim bir karakter olacaktı. Geçen yıl internetten hikayesi ilginç gelen birini buldum ve İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilimdalı Başkanı Prof. Şevki Sezer’e danışmaya gittim. Lamda'dan Belgin'le orada tanıştık. Derdimi anlatınca yardımcı olabileceğini söyledi. Lambda'daki toplantılara katıldım. Çünkü yaşadıkları korkuları, psikolojilerini, isteklerini, yaşam tarzlarını bilmem gerekiyordu. Bu sırada bir eğitim projesi başlatmaya karar verdim. Bu sayede birbirimize daha yakın olacaktık. Duyuruya pek talep olmadı. Sadece dört kişiydik. Arada sırada kafasını uzatıp bakanlar oldu. Ama dalga geçiyoruz sandılar. Oysa ciddi bir eğitimden geçiyorlardı. İki taraf için zor olansa öğrencilerimin kişilikleri yerine oturmuş, alışkanlık sahibi birer yetişkin olmasıydı.
Yedi ay sonra bir öğrenci ne zaman sahneye çıkacaklarını sordu. Ben, ani bir reaksiyon gösterip “Durun, daha şunu öğrenmedik” derken. Ama olabileceğine kadar verdim. Söylecek çok sözleri vardı. Küçük bir konseptle eşe dosta sahneleyebiliriz diye düşündüm. Bir şarkı gecesi hazırladım. 10 şarkıyla, klişe bir şekilde öğrencileri simsiyah giydirip önde şarkı söyletmeki amacım. Provaları yapılırken biraz da şuraya diyalog koyalım derken "Üç Kuruşluk Şarkılar"a dönüştü. Yani egoistçe bir nedenden dolayı başladı, tiyatrocuların kıskanacağı bir proje haline geldi.

BİLET PARASINI DİLENİYORUZ
Oyunun kurgusunu oyuncularımdan esinlenerek hazırladım. Bir yeraltı dünyasını yansıtıyoruz. Seyirci de onun bir parçası oluyor. Normal bir sahne sıralaması yok. Seyirciler yerde oturuyor. Her şey iç içe. Çünkü teatrel anlayış için yeni bir akım, başlangıç yapmak istedim, tartışmayı ve provokasyonu sevdiğimden, eski tiyatrocuları çok kıskandığımdan, bütün üzüntülerimi, sıkıntılarımı bu monologların içine aktardım. Oyuncular ve reji ekibi aynı gotik makyajı yapıyor.
Oyun fuayede başlıyor. Bilet parası almıyoruz, bunun yerine dileniyoruz. Tiyatrocu olarak hep dileniyoruz insanlar oyunlara gelsin diye. Ya da kimi zaman oynayabilmek için sahne dileniyoruz. Bunu oyunumuza taşıdık. Kapıda dilenciler para topluyor. Oyuna birkaç kez geldiğini bildiklerimi kulise alıyorum. Onlara da makyaj yapıyor, seyircilerin arasına oturtuyorum. Anlayacağınız bu bir tiyatro oyunu değil, tam da istediğim gibi olaya dönüştü. Dışarıya da taşıyor. Seyirciler o makyajla gezmeye, eğlenceye gidiyor.

KENDİ SORUNLARINI ANLATSINLAR İSTEMEDİK
Öğrenciler oyunda kendi dertlerini anlatmak istedi. Ama buna çok karşıyım. Çünkü zaten özel hayatlarında çok sıkıntı çekiyorlar. Bunu sahnede oynamak çok zordur. Ancak psikolojik olarak başka bir boyuta geçtiğinizde iyi sahneleyebilirsiniz. Bu yüzden onları başka bir dünyanın içine sokmak istedim. Çünkü Almanya’da yaşadığım dönemde tiyatrocuların ya da stand-up’çıların yıllarca aynı Türk sorunlarını anlatmasından çok sıkılmıştım. O defterleri kapatamamışlardı. Ben, dört tane kadınla çalştım ve evrensel boyuttaki eseri canlandırabileceklerine hep inandım. Onların transeksüellikleriyle değil, iyi oyunculuklarıyla öne çıkmasını istedim.


Seyhan Arman (29)
"ÖTEKİ"LERDEN FARKLI ŞEYLER BEKLENİYOR
Sanırım tiyatro geçmişimi bildiğinden Belgin konuyu ilk benimle paylaştı. Dilruba’nın oyununa davet etti. Tek kişilik oyunları sevmediğim gibi, Atatürk’le ilgili olunca iki kere düşündüm. Ama izlediğimde gözlerime inanamadım, harikaydı. Yeni tiyatro grubu için Lambda’da bir duyuru yaptık, pek başvuran olmadı. Çünkü daha önce de böyle duyurular olmuştu ve pek de ciddi değillerdi. Aslında herkese açıktı ama tesadüfen çekirdek kadromuzdaki beş kişinin hepsi transeksüel kadınlar oldu. Bugüne kadar tiyatro çalışmalarında hemen teksti ezberletir sahneye çıkarırlardı. Dilruba ise böyle yapmadı. Uzun süre beden çalışmaları, dans yaptırdı. Zaman zaman zorlanıp "öf yeter" dediğim oldu. Çünkü sahneye çıkmak istiyorduk. Ama iyi ki bu kadar bekleyip eğitim almışız.
Transeksüeller, sokak çocukları, bedensel özürlüler ya da bunun gibi "öteki" olaran algılananlar bir şey yapmaya çalıştığında karşıdakinin beklentisi nedense çok farklı oluyor. Ama biz sadece oyunculuğumuzu konuşturuyoruz. Söylediklerimiz transeksüel olarak değil, insan olarak anlatmaya çalıştığımız dertler. Seyirciler de kendisinden bir şeyler bulabiliyor. İlk başta seyircinin bir kısmı "Transeksüeller ne yapacak acaba, göbek mi atacak, şarkı mı söyleyecek, bizi nasıl eğlendirecek beklentisiyle" geldi. Ama tiyatroya girdikleri andan itibaren farklı bir şeyler olduğunu anladılar. Tiyatrodan hiç anlamayan, sevmeyenler bile ikinci kez izlemeye geldi. Kaliteli olduktan sonra herkesi tavlayabiliyorsunuz. Bir diğer artısı da şöyle oldu. Tiyatroyu hiç sevmeyen transeksüel bir arkadaşımı çağırdım ve ikinci kez gelirken erkek arkadaşının kız kardeşini getirdi. Çünkü "Bak tiyatrocu arkadaşım orada" diye yanındakine gösterdiğinde koltukları kabarıyordu. Ayrıca transeksüellerin de neler yapabileceğini göstermek istiyordu diye düşünüyorum.

KİMLİĞİMİ İLKOKULDA FARK ETTİM
Kendimi tanıma sürecim çok erken oldu, ilkokul dördüncü sınıftaydım. Önceleri çok şaşırıyordum. Hep kızlarla oynuyor, bir erkekmişim gibi davranamıyordum. "Ben kadınım ama farklıyım, niye böyleyim" diye düşünüyordum. Çevremde transeksüel ya da kadın gibi davranan kimse de yoktu, bu yüzden ne olduğunu anlamıyordum. "Uyuyayım, sabah kalktığımda göğüslerim çıkmış olsun, saçlarım uzasın" diye dualar ederdim. Hayata çok erken atıldım, radyoda çalışıyordum. Bu arada sunuculuk rolü teklif edildi. Tiyatroya başladım ve 15 yaşında ilk eşcinsel arkadaşımla tanıştım. Aynı olduğumuzu keşfetmek beni mutlu etti, yalnız olmamak güzeldi. Bundan sonra onlarla takılmaya başladım. Biraz daha rahat davrandım, feminenleştim. O zamana kadar çevredekiler ne der, aileme laf gelmesin diye düşünürdüm. Yine de ailemin çevresinde biraz daha erkeksi olmaya çalıştım ama bu hiçbir zaman başarılı olmadı. Örneğin yeğenimin sünnet düğünü için takım elbise giyip erkek gibi oynamaya çalıştım. Ama çekilen video görüntülerini izlerken asla orada bir erkek olmadığını gördüm. Bu kadar kadınım diye bağırırken kimse bunu bana konduramıyordu. Kahvedekiler eşcinsellikle ilgili laf edince bir diğeri hemen "O sanatçı, eşcinsel değil. Normaldir" diyerek yine kondurmamıştı. Annemeyse askerlikten rapor aldığımda, 18 yaşındayken açıkladım. Çok ağladı, psikolağa götürmek istedi. Ama elinden bir şey gelmedi. Kendimi işe verdim onların baskısından kurtulmak için. Çanakkale'ye turneye geldiğimizde İstanbul'a geçtim ve hayallerimin şehri olduğuna karar verip apar topar gelip burada yaşamaya başladım. Şarkı söyleyerek geçindim, figüranlık yaptım. Cesaretimi toplayıp tiyatrolara başvuramadım. Ama burası benim gibi bir tiyatro sevdalısı için cennet gibiydi.

Gülden Ünlü (40)
BURADA CİNSEL TERCİHİME DEĞİL
YETENEĞİME ÖNEM VERİLİYOR
Belgin tiyatro için çağırdığında bir eşcinsel ya da transeksüel rolü var, onun için çağırıyorlar sandım. Nasıl olsa verdikleri teksti ezberleyip birkaç dakika sonra işimiz bitecek diye düşünüp gittim. Ama Dilruba bizi yere yatırıp egzersiz yaptırmaya başladı. Saatlerce durduk. Niye beden eğitimi yapıyoruz diye çok düşündüm. Ama hoşuma da gidiyordu. İki dakikalık bir rol beklerken, bana insan olarak değer veren bir oluşum içine girdiğimi anladım. Cinsel tercihim değil, yeteneğim önemliydi. Bunun sonsuza kadar gitmesini istiyorum. Çünkü yaşadığım hayattan dolayı kendime olan saygımı yitirmiştim. Dışarıda artık daha rahat, başım dik yürüyorum. Belki profesyonel değilim ama kendimi sanatçı gibi hissediyorum. Bize fırsat verildiğinde bir şey yapabildiğimizi göstermiş oluyoruz. Keşke bunu devlet de yaratsa ve düzgün işlerde çalışsak. Mesela Sibel Can'ın Kaldırım Çiçeği dizisine çağrılmıştık, kaldırımda durup müşteri bekliyorduk. Orada zaten benim de amacım Sibel Can'ı, Hande Ataizi'ni yakından görüp evde kızlarla dedikodu yapabilmekti. Ama şimdi çok farklı. Burada her şey ciddi. Ayrıca avantajları da var. İlk izlemeye gelenler transeksüelleri merak ettikleri için geliyorlar ama sonra bakış açıları değişiyor. Hatta özür dileyen, fikrini söyleyen çok oluyor. Başlarda burayı bırakmayı düşünmüştüm. Çevremdekiler "40'ından sonra tiyatrocu mu oalcaksın, karnın mı doyacak" dediler. Ama hepsi oyunu izleyince özür dilediler, artık benimle gurur duyuyorlar.

İKTİSATI BİTİRECEKTİM AMA
EVDEN AYRILMAM GEREKTİ
İstanbul'da dört kardeşimle büyüdüm. 17 yaşında annemle, babamdan habersiz şarkı yarışmasına yazılmıştım. Babam saz çalıp gazinolarda türkü söylerdi ama benim yarışmaya katılmamı istemiyordu. Sanırım bendeki farklılığı sezmişti ve Zeki Müren, Bülent Ersoy gibi olacağımı düşünüyordu. İstanbul birincisi seçilmeme rağmen devam edemedim. Bense kimliğimi çok önce keşfetmiştim. İnsan, bilinçli düşünebildiği, birey olduğunu kavradığı anda durumda bir farklılık olduğunu da seziyor. Çünkü insanlara bakışın, kızlara bakışın farklı oluyor. Bunun eşcinsellik olduğunu o an anlamıyorsun. O dönemde kopuşlar, geri çekilişler, sindirilişler başlıyor. Bunu herkese söyleyemeyeceğini öğreniyorsun. Baskı başlıyor. İçinde saklı kalıyor. Aileler de, hafif kız gibi davrandığından "Aman ne güzel, ne efendi çocuk" diye yorumluyor. Mesela ben çok iyi yemek, temizlik yaparım. Ailemin yanındayken yaptığımda mahalledeki komşular "Kız gibi çocuğun var ne güzel, üniversiteye başka bir yere gitse zorluk çekmez" derdi. Ama eşcinsel demezdi, kız olmayı tercih edeceğimi düşünmezdi.
Liseden sonra iktisat ikiye kadar devam edebildim çünkü babam durumu iyice anlayınca evden ayrılmak zorunda kaldım. Benimle konuşmama kararı almıştı. "Sen benim evladımsın, evden git diyemem. Ama seninle bir daha konuşmayacağım" dedikten sonra ayrıldım, bir daha da onu görmedim. 20 yıl oldu. Onun dışında tüm kız ve erkek kardeşlerimle görüşüyorum. Oyunlarıma bile pek çok kez geldiler.

Didem Soylu
FAKÜLTE SINAVLARININ
MÜLAKATINDAN HİÇ GEÇEMEDİM
Tiyatro duyurusunu ilk duyduğumda katılmak istemedim çünkü hep böyle gelen gidenler olur, sonunda da bir şey çıkmazdı. Ama şimdi geç kaldığımı düşünüyorum. Kendimizi, yani transeksüeli oynamak çok kolay olacaktı belki ama hiçbir zaman gelişemeyecektik. Dilruba'nın bizi uzun süre, bir profesyonel yetiştirircesine çalıştırması beni değiştirdi ve geliştirdi. O kadar sevdim ki sadece burada değil, eve gittiğimde de çalışmaya devam ediyorum.
Önceden, Adana'da yaşadığım dönemde de sanatla hep içiçeydim. Resim ve heykel yapıyorum hala. Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girmek için çok uğraştım. Ama her seferinde mülakatta kaybettim. Açık açık da cinsel eğilimimden dolayı olduğunu söylediler. Ben de ders alarak kendimi geliştirmeye devam ettim. Hala yapıyorum ama bu bana yetmiyor. Herkes gibi üniversitede bunun eğitimini alabilmek istiyorum. Yine de pes etmeyip açıköğretimde turizm otelcilik okudum. Güzel sanatları kazanamamam hayatımın dönüm noktası oldu. Açıköğretimde okurken staj yapabilmek için şehirdışına çıkmam gerekti ve İstanbul'a geldim. Sonunda bu tiyatroyla buluşup, sanata geri dönmek de beni çok rahatlattı. Özgüvenimi geri kazandım, kendimle yüzleşme şansını yakaladım. Belki de canlandırdığım karakterdeki gibi haykırmam, çıldırmam gereken durumlar varmış.





(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif - 9.08.2009)