31 Ocak 2010 Pazar

Protesto dediğin böyle olur

Kültür Mantarı’nda size hep Türkiye’den haberler vermeye çalışıyorum ama yıllık iznim için geldiğim Berlin’de gördüklerim karşısında soluğu bilgisayarın başında aldım.
Bilirsiniz Türkiye’de protestolar ya yürüyüşle, ya tencere tavayla ya da ışık söndürülerek yapılır. Sanatçılarsa konser verip, plastik işlerinde protest tavırlar takınır. Ama ne yazık ki çoğu zaman bu haykırışlar, sadece belli bir kesim tarafından duyulur.
İşte geçen hafta Berlin’de gördüklerim tam da bunun nasıl aşılacağının belgesi niteliğindeydi.

KARDANADAM DER Kİ:
BENİ KURTARIN
Meşhur katedral, Berliner Dom’un karşı kaldırımında, soğuktan donmamaya çalışarak yürürken geniş bir arazide onlarca insanın kardan adam yaptığını gördüm. İçimdeki merak böceğinin ani bir hareketiyle koşar adımlarla olay yerine vardım. Ama normal olmayan bir şey vardı...
Bu sevimli kardan adamların pek çoğuna “Beni kurtar” gibi cümleler yazan pankartlar takılmıştı.
Ben hâlâ “Hadi biz de kardan adam yapalım” modundayken, birden heybetli bir kardan adamın kolundaki “Hepimiz sorumluyuz” yazısıyla kendime geldim.
Çünkü bu koca alanda kardan
adamların yapılmasının sebebi eğlence değil, küresel ısınma ve iklim değişikliğine karşı bir protestoydu.
Büyük pankartların üzerinde iklim krizinin neden ve nasıl olduğu, bunun durdurulması için neler yapılması gerektiği anlatılıyordu. Aileler hem çocukların kardan adam yaparak eğlenmesini, hem de pankarttakileri onlara okuyarak bilinçlenmelerini sağlıyordu. Düşünsenize çocuklar daha 4 yaşındayken annelerine “Bu niye kırmızı” yerine “CO2” ya da “küresel ısınma nedir” gibi sorular soruyordu.

750 PROTESTOCU KARDAN ADAM
Bu dahiyane protestonun fikir babası Alman sanatçı Ralf Schmerberg. 45 yaşındaki fotoğrafçı şimdiye kadar Berlin, Hamburg, New York gibi pek çok şehirde, büyük firmalar için işler yapmış. 96’da Afrika’da çektiği belgeselle New York Film Festivali’nden “İnsanlık için Altın Madalyon” ödülüyle döndü. 2003’ten beri de Dropping Knowledge adında sosyal diyalog ağı olan internet platformuyla uğraşıyor.
Hâlâ Berlin’de yaşayan sanatçının şehrin göbeğinde kardan adamlarla yaptığı bu protestoya yaklaşık 2500 vatandaş ve turist katıldı, toplam 750 tane kardan adam yapıldı. Bunlardan bazıları artistik yapılırken, bazıları da 3-4 yaşındaki çocukların oyuncağı oldu. Ama hepsinin tek bir lafı vardı: Beni kurtarın!
Her şeyi bir yana bırakırsak bu soğukta insanların dikkatini çekmek için kardan adamdan daha iyi fikir ne olabilir ki...



(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif - 30.01.2010)

19 Ocak 2010 Salı

14 milyon dolarlık kültür merkezi

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), 15 yıldır ofis olarak kullandığı Beyoğlu'ndaki Luvr Apartmanı'ndan, bir başka tarihi bina olan Şişhane’deki Deniz Palas'a taşındı. Böylece İKSV'nin kurucularından Dr. Nejat Eczacıbaşı'nın vakfa kendine ait bir mekân kazandırma hayali, 1993'te İKSV Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı devralan Şakir Eczacıbaşı önderliğinde gerçekleşmiş oldu. Binada etkinliklerin gerçekleştirileceği Salon'dan tasarım mağazasına, Borsa Lokantaları'nın açtığı X Restoran'dan 22 sanatçının eserlerine kadar kültür sanatla ilgili her şey var. İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, "Eskiden binamıza 150 kişi geliyordu, artık bin kişi gelecek. Burası tam bir kültür merkezi olacak" diyor.
İKSV'nin kurulduğu 1973'te, Dr. Nejat Eczacıbaşı, vakfın kendine ait bir binası olmasını hayal etmişti. Ama imkansızlıklardan dolayı bir türlü olmamıştı. Ondan bu görevi 1993'te Şakir Eczacıbaşı devraldı. Tüm zorluklara, maddi sıkıntılara rağmen 2004'te kendilerine en uygun binayı seçti; Şişhane'deki Deniz Palas. 20. yüzyılın başlarında mimar Georges Coulouthros (Yorgo Kulutros) tarafından, art nouveau stilinde inşa edilen Deniz Palas, uzun süre konut olarak kullanıldı. 2005'te 9. Uluslararası İstanbul Bienali mekânlarından biri oldu, 6 Eylül 2006'da restorasyonuna başlandı.
Bina, vakfın tahmininden daha çürüktü. Ancak 3 yıl sonra, geçen perşembe her şeyi tamamlanabildi. Ortaya 14 milyon dolarlık muhteşem bir görüntü çıktı.
Tarlabaşı ve Şişhane ayrımında yer alan Deniz Palas’ta, özgün mimari özellikler korunurken yok olmuş öğeler özenle günışığına çıkarıldı. Doğan Tekeli’nin danışmanlığında ve Burhan Satıcı’nın koordinasyonunda gerçekleştirilen yenileme çalışmaları, Saruhan Erim’in önderliğinde, Saruhan Mimarlık tarafından yürütüldü. İç mimari tasarımında Nazlı Gönensay, iç süslemeler ve tezyinatta ise Dr. Kaya Üçer’le çalışıldı. Ofis mobilyaları Koray Malhan (Koleksiyon), bina içi yönlendirmeler İKSV Kurumsal Kimlik Danışmanı Bülent Erkmen tarafından yapıldı. İKSV’yle yeniden yaşam bulacak 4 bin 200 metrekare büyüklüğündeki yedi katlı Deniz Palas, bir kültür merkezi haline geldi.

GİRİŞTE DÜKKAN VE KAFE
Giriş katında, tasarım ve sanat tutkunlarının çok özel armağan alternatifleri bulabileceği yepyeni bir adres, İKSV Tasarım dükkânı açıldı. Hemen karşısında, Borsa yönetiminde hizmet verecek olan Peralı adlı kafe yer alıyor. İKSV, daha önce başka mekanları kullanmak zorunda kaldığı konser, performans gibi etkinlikleri için artık giriş ve birinci kattaki Salon'u kullanacak. Ara katlarda ofisler, altıncı katta ise Borsa'nın işleteceği, Haliç manzaralı X Restoran bulunuyor. Mönüsü, Borsa ve Masa restoranları Yönetim Kurulu Başkanı Rasim Özkanca ve Şakir Eczacıbaşı tarafından hazırlandı.
Binanın her köşesine Devrim Erbil, İnci Eviner, Selim Birsel, Komet, Güngör Taner, Canan Tolon ve Ömer Uluç gibi 22 usta sanatçının işleri yerleştirilmiş.

İKSV Genel Müdürü Görgün Taner
GELİRİMİZ İLE SANATA KATKIMIZ DA ARTACAK
Deniz Palas, sadece yeni bir ofis binası değil, İKSV için yeni bir iş planı yarattı. Burası bir kültür sanat kurumu. Yerel ve merkezi idareden çok yüksek destekler almıyor. Artık burada sanat ve kültür üzerinden üretim yaparak ortaya çıkan parayı yeniden kültür ve sanata aktarabileceğiz. Üretimin yanı sıra halka da daha yakın olacağız.

Borsa ve Masa restoranlarının Yönetim Kurulu Başkanı Rasim Özkanca
HER YEMEKTE ŞAKİR ECZACIBAŞI'NIN EMEĞİ VAR
Şakir Eczacıbaşı, 3 yıl önce buluştuğumuzda "Geçmişteki efsane restoranların çoğunun sahibi yakın arkadaşımdır. Çünkü yemeğe çok düşkünümdür. Sen de bu konuda benim son arkadaşımsın" dedi. İsteği, yeni binada sanatla iyi yemeği birleştirmekti. Yemekler de sanatsal olmalıydı. Üç yıldır mönü üzerine birlikte çalışıyoruz. Çıkış noktamız Türk mutfağı. Şakir Bey'in olmazsa olmazları vardı: İzmir usulü enginar dolması, bamya çorbası, yerelmalı pırasa gibi. Hepsini köklerini bozmadan nasıl modernleştirir, daha lezzetli bir hale nasıl getiririz diye uğraştık. Bunun dışında bir isteği daha vardı. Mutfakta daha sanatsal çalışacağına inandığı için Michelin yıldızlı restoranda şeflik yapmış birini istiyordu. Biz de Avusturya doğumlu, 12 yıl Michelin yıldızlı restoranlarda çalışmış Murat Karaduman'la anlaştık. Mönü üç ayda bir yenilenecek. Şimdilik 10 başlangıç, 10 ana yemek, sekiz tatlı çeşidi var. Üç günde bir de degustasyon mönü olacak. Üzerinde Güngör Taner'in işleri bulunan tabaklar da Şakir Eczacıbaşı'nın fikriydi.


5. KAT LEYLA GENCER MÜZESİ
Ünlü soprano Leyla Gencer’in müzesi, beşinci katta olacak. Yakın dostu, La Scala Operası'ndaki dekoratörü ve bugün Sferisterio Opera Festivali’nin sanat yönetmeni olan Pierre Luigi Pizzi tarafından düzenleniyor. Mart 2010'da açılması planlanıyor. Burada Gencer’in Milano’daki evinden getirilen özel eşyaları sergilenecek, piyanosu eşliğinde dinletiler düzenlenecek.


Yardımcı Küratör Arzu Yayıntaş
22 SANATÇI DENİZ PALAS İÇİN ÜRETTİ
Ayşe Erkmen pencerelerdeki jaluzileri sanata dönüştürdü. Sarkis'in Göbek Bağı isimli neon avizesi girişte. Salon'da Hüseyin Alptekin'in Venedik Bienali'nde sergilediği enstelasyonunun parçası Şikayet Etme - Don't Complain var. Fuayede İnci Eviner'in işi görülüyor. Tüm zemin bu siyah-beyaz eserle kaplı. Tüm katların merdiven duvarlarında Selim Birsel'in Tanşak Omurgası adlı işi var. 3, 4 ve 5'inci kat kapılarında Aydan Murtezaoğlu'nun işlerini film karesi gibi görebilirsiniz. Leyla Gencer Toplantı Salonu'nda altı tablo olacak; Özdemir Altan, Devrim Erbil, Komet, Ömer Uluç, Mehmet Güleryüz, Güngör Taner. Restoran katında Canan Dağdelen'in Non Place Dot isimli işi var. Teras katından da görülebiliyor. Terasta ise Yang Jiechang’ın 10. İstanbul Bienal'inde sergilenen I Believe In Angels adlı yazısı olacak. İstanbul'a geldiğinde 1 Mayıs olaylarını görüp hazırladığı bir iş.

MAĞAZADA NELER VAR
İKSV Tasarım Mağazası, orijinal hediye arayanlar için bir cennet. Türkiye’nin önde gelen sanatçılarının eserlerinden uygulamalar, çok özel koleksiyonlar ve MoMA (New York Modern Sanatlar Müzesi), Picasso, Dali gibi dünyaca ünlü müze ve tasarım markalarının ürünlerini bulabilirsiniz. Ara Güler’in sınırlı sayıda basılan İstanbul fotoğrafları, Nusret Nurdan Eren’in doğa fotoğrafları, Devrim Erbil’in İstanbul panoları sanatçıların ıslak imzalarını taşıyor. Hafta içi ve cumartesi günleri 10.00-20.00, pazarları 12.00-18.00 arasında açık olacak mağazadaki ürünlerin fiyatları 10 ile 1.500 lira arasında.


KONSERLER SALON'DA
Performans merkezi Salon, bu akşam The Bad Plus konseriyle açılıyor. Kapasitesi oturmalı 200, ayakta 600 kişi. The Bad Plus’ı 18 Ocak'ta Yasmin Levy, 21 Ocak'ta Karanlık Korkusu adlı oyunla Studio Oyuncuları, 26 Ocak'ta Emiliana Torrini ve 27 Ocak'ta Bülent Evcil, Benyamin Sönmez ve Cana Gürmen’i aynı sahnede buluşturan Salon’da Buluşmalar serisi takip edecek. Biletler Biletix ve İKSV'nin yeni binasında satılacak. http://www.saloniksv.com/.

(Yazı: Deniz İNCEOĞLU, Fotoğraflar: Levent KULU - 16 Ocak 2010 - Hürriyet Cumartesi)

7 Ocak 2010 Perşembe

Siz nasıl bir Moritz görmek isterdiniz?

"Ben sadık bir insanım, bu yüzden de soyadım bana çok uyuyor!"
İşte bir erkekten her zaman duymak istediğimiz bir cümle. Peki bunu kim mi söylemiş?
Son günlerin en çok konuşulan filmlerinden Soul Kitchen'ın hırsız, şaşkın, biraz kro ve bir o kadar sevimli karakteri Illias Kazantsakis'i canlandıran Moritz Bleibtreu.
Sizi bilmem ama ben, nevi şahsına münasır bu beyefendinin büyük bir hayranıyım. Kendimi sınamak için yeniden film listesini gözden geçirdim de, neredeyse izlemediğim kalmamış...
Türkiye'de bir kesim onu Run Lola Run'la tanıdı ama ülkemizdeki asıl patlayışı Fatih Akın sayesinde oldu demek yanlış olmaz. Neredeyse tüm filmlerinde kendisini izleme şansını yakaladık. Özellikle Duvara Karşı'da gözlerimiz çok aradı ama ne yazık ki yoktu.
Her role uyum sağlayan iyi bir oyuncu Bleibtreu. Dram, aksiyon, belgesel ya da romantik komedi gibi pek çok türde oynadı. Çoğunda da kötü, sorumsuz ya da başına buyruk bir karakterdi.
Solino'da hain kardeş Giancarlo, Im Juli'de şaşkın kimi zaman vurdumduymaz bir aşık olan Daniel Bannier, Her Şey Reyting İçin'de dünyanın en zalim prodüktörü, The Walker'da skandal adamı oldu.
Yakışıklılığından mı, iyi oyunculuğundan mıdır bilinmez ama bu olumsuz karakterler bile ona hep yakıştı, daha da çekici yaptı.
İşte tüm bunları düşünerek, koşar adımlarla aldım soluğu Soul Kitchen'ın kapısında. "Yine bir Fatih Akın, yine bir Moritz Bleibtreu filmi, yaşasın!" diyerek.
Size uzun uzun filmi anlatıp eleştirecek değilim. Zaten hakkında onlarca kez yazılıp çizildi.
Ama tabii ki açılış sahnesindeki yemek görüntülerini saymazsak "İyi müzik, iyi yemek ve iyi hikaye" diye özetlemeden geçmek olmaz Soul Kitchen'ı.
Benim söyleyeceğim ya da soracağım Moritz Bleibtreu ve hayranlarına...
Onu nasıl görmek isterdiniz?
Siz de içinizdeki tüm hayranlıkla beyazperdenin karşısına geçtiğinizde gözünüze sokar gibi altın hac takmış, kötü bir takım elbise, kösele ayakkabı giymiş ve sürekli anahtarlık sallayan bir Moritz Bleibtreu görmeyi hayal etmiş miydiniz?
Ben etmemiştim ve uzun süre de etkisinde kurtulamadım. "Neden o güzelim restoranın sahibi, karizmatik Zinos Kazantsakis rolünde değildi?" diye söylenip durdum. Yavaş yavaş bu haline alışıp, Fatih Akın'ın bunu da ona yakıştırdığını, Bleibtreu'un iyi oyunculuğuyla bunu da iyi taşıdığını düşündüm.
Ama ne olur söyleyin bana sizce de üst resimdeki hali ona çok daha fazla yakışmıyor mu?
(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif - 9.01.2010)