27 Temmuz 2009 Pazartesi

648 yıllık geleneğin fotoğrafları

Agence France Presse foto muhabiri Mustafa Özer, daha fazla sahip çıkılması, büyük şehirlere de getirilmesi gerektiğini düşündüğü Edirne yağlı güreşlerini kendi üslubuyla İstanbul'a taşıdı. Fransız Kültür Merkezi'nde (FKM) açtığı "Yağlı Güreş, 648 Yıllık Gelenek" isimli sergisindeki 37 siyah-beyaz fotoğrafın yabancı basının da çok ilgisini çektiğini söylüyor.


Mustafa Özer'in foto muhabiri olup da ülkemizi çektiği fotoğraflarla yabancı basında temsil etmesinin ve FKM'de böyle güzel bir sergi açmasının arkasında enteresan olduğu kadar, zorlu bir yol var.
Özer 11 yaşındayken, doğduğu Çorlu'da kardeşiyle bisikletle gezerken çok yakınlarında bir trafik kazası olur. İki kardeş hemen yardıma koşarlar. Yaralanan turist çifte yardım ederler. Onları daha sonra temiz çamaşır götürmek için hastanede ziyaret ederler. Bu durum karşısında teşekkür etmek isteyen çift, Mustafa Özer'e tatil fotoğraflarını çekmek için taşıdıkları Nikon marka fotoğraf makinesini hediye eder. Ve Özer'in fotoğraf macerası böylece başlamış olur.

FOTOĞRAF ÇEKEN GAZETECİ OLACAĞIM

Fotoğraf makinesiyle ilk defa bu kadar yakın olan Özer, makinenin içinde film olmasa da sürekli kurcalayıp, nasıl kullanıldığını anlamaya çalıştı. Kimi zaman okulun yakınındaki fotoğraf stüdyosuna gidip bir şeyler öğrenmeye çalışır, çekilen fotoğraflara gıptayla bakar. Bir yandan da çevresindekilere sürekli "Fotoğraf çeken gazeteci olacağım" der. Çünkü bir gün yaşadığı yere bir gazeteci gelir ve bütün gün fotoğraf çekip, röportajlar yapması Özer'in çok hoşuna gider. Kendisi de hem fotoğraf çekmek, hem de gezmek istemektedir. Onu bu konuda teşvik eden bir diğer şey de bir gün bakkaldan alışveriş yaparken Coşkun Aral'ın çektiğini gördüğü Kamboçya Ölüm Tarlaları'dır. Yıllar sonra Aral'la tanıştığında bu gün aklına gelir.

OFISBOY OLARAK BAŞLADI
FOTO MUHABİRİ OLDU

Ortaokulda haşarı, derslerin pek de ilgisini çekmediği bir öğrenci olur. Çünkü o fotoğraf çekmek istemektedir ve uygulanan eğitim hiç buna göre değildir. Bu haliyle sınıfta kalınca okuldan atılır. Henüz 14 yaşında olmasına rağmen Çorlu'dan İstanbul'a akrabalarımın yanına gidiyorum diyerek çıkar. Hedefi, gazete binalarını bulup çalışmaya başlamaktır.
Para kazanabilmek için önceleri Sütlüce'deki mezbaada çalışır. Fotoğraf makinesini Çorlu'dayken kaybettiğinden gazetelere gitmeden önce bir makine almayı planlar. Ama bir gün Karaköy'de gezerken Sabah Gazetesi'ne ofisboy arandığını görür: "Aslında ofisboy kelimesinin anlamını bile bilmiyordum. Ama önemli olan o binaya girebilmekti. Bunun için soluğu önce Mecidiyeköy'deki binada aldım. Oradan İkitelli'deki yeni binaya gitmemi söylediler. Ama burada da Eyüpsultan'da oturduğumu söyleyince yine öteki binaya geri gönderdiler. Hemen kampanya servisinde işe başlattılar. Yakın sürede Eyüp Karasakalla tanıştım ve 'sizin gibi gazeteci olmak istiyorum' dedim. Söyleriz Baki ağabeye belki bir şeyler bulur dedi ama sonra ses çıkmadı. Binada Savaş Ay, Coşkun Aral ya da Mehmet Ali Birand'ı görünce aklım gidiyordu. Bir an önce ben de gazeteci olmak istiyordum. Kuponla dağıtılan kitapların başındayken Baki Avcı bahçedeki köpeği sevmeye geldi. Eyüp Karasakal yanına gelip, Şişli Etfal Hastanesi'nde muhabirin ayrıldığını ve benim bu işi yapabileceğimi söyledi. O da bana dönüp 'Makinen var mı' dedi ben de olmamasına rağmen işi kaçırmamak için evet dedim. Çünkü daha önce taksitle makine satıldığını görmüştüm bir dükkanın camında. Ertesi gün işe başladım."
Fotoğraf makinesini almak için gittiğinde kampanyanın bittiğini görür. Adama yalvarınca kefil göstererek makineyi taksitle satınalır ve 12 Temmuz 1989'da polisiye haberler yaparak göreve başlar. İşi öğrenecek yeri olmadığından daha önce çıkmış haberler üzerine değişiklikler yaparak yazısını geliştirir. 93'ten sonra A Takımı'nda Savaş Ay'la, Aktüel Dergisi'nde Kadir Çıtak'la çalışır. Bundan sonra da hep yabancı basınla çalışmaya başlar ve asıl hedefi olan foto muhabiri olur.
Özer, hala sıcak haber fotoğrafları çekiyor, yerinde hiç durmuyor ve Türkiye'nin her yerini haber amaçlı geziyor.

YAĞLI GÜREŞ BÜYÜK ŞEHİRLERE TAŞINMALI
Sosyolojik konularla ilgilenmeyi seviyorum. Yağlı güreş gibi 5 projem daha olacak.
2003 yılında ilk kez iş için gitmiştim yağlı güreşi seyretmeye. Ama ne yazık ki her şeyi iyi görmek mümkün değil. Oradaki standlarda yiyecek yerine dürbün satmalılar belki de, çünkü pehlivanlar izleyicinin çok uzağında güreşiyorlar. Yanımda yeterli lensle gitmediğimden ben bile fotoğraf makinesiyle bakarken zorluk çektim. Bundan sonra da buraya bir daha gidip yakın çekim yapacağım diye kendi kendime söz vermiştim. Sonunda 2008'de gitme şansım oldu. Aslında fotoğrafları renkli çektim, ajansa da geçebilmek için. Ama sergi için onları siyah-beyaza çevirdim. Çünkü yağın ya da ışığın yansıması daha net oluyor. Aynı anda Lydia Mutschmann da sergileneceğinden habersiz video çekti. Fotoğrafla Fransa'da sergilendikten sonra dört dilde hazırlanan bir kitaba da konu olacaklar.
Yağlı Güreş, inanılmaz bir güç gösterisi. Sporcular yağdan tutunamıyor ve sürekli birbirlerini yakalamaya çalışıyorlar. Ancak geçen yıl kurayla birinciyi belirleme sistemine geçildiğinden biraz sıkıntılı görünüyor. Müsabakalar kıran kırana geçmiyor. Güreşçi yenileceğini anlayınca karşı tarafı zaman dolana kadar oyalamaya başlıyor. Sonunda da kurayla birinci seçiliyor. Bence bu kötü bir kural. Bir de 648 yıllık bir geleneğe çok daha fazla sahip çıkılmalı. Çünkü güreşler kırsal alanda en fazla bir hafta yapılıp unutuluyor. Ama büyük şehirlere, stadlara taşınsa çok daha farklı bir hal alabilir.


**Agence France Press foto muhabiri Mustafa Özer'in "Yağlı Güreş, 648 Yıllık Gelenek" sergisi 29 Ağustos'a kadar Fransız Kültür Merkezi'nde görülebilir. Tel: 0212 393 81 11


(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif - 5.Temmuz.2009)

Büyük Kulüp'ten 127 yıllık arşiv

İngiliz Elçisi Sir Alfred Sandison’nun 1882 yılında kurduğu Büyük Kulüp'te üye olmayanların da faydalanabileceği büyük bir kütüphane var. 3000 binden fazla kitabın yer aldığı kütüphanede, kulübün 1800'lerin sonundan 1950'lere kadar sakladığı 8 dildeki kitap, dergi, sözlük ve gazeteleri incelemek mümkün.

Büyük Kulüp, İngiliz Elçisi Sir Alfred Sandison’nun 1882'de başlatığı çalışmalar sonucu diplomat, yönetici ve işadamlarından oluşan 30 kurucu üyeyle "Cercl’e D’orient" adıyla kurulmuştu. O günden beri de hiçbir problem yaşamadan faaliyetlerini sürdüren kulüpte iki yıl önce kapsamlı bir kütüphane açıldı. Bunu sağlayan da sekiz yıldır Büyük Kulüp Divan Kurulu Başkanlığı yapan Orhan Yüce oldu.

HALDUN TANER KÜTÜPHANE İSTEMİŞTİ

Kitaplar uzun süredir, hatta yüzyıl gibi bir süredir saklanıyordur. Son dönemde hepsi Büyük Kulüp'ün Beyoğlu'ndaki eski binasındaydı. 10 yıl önce Büyük Kulüp, Anadolu Yakası'na taşınırken kitapların bir kısmı kayboldu. Yeni mekanda yer olmadığından uzun süre kulübe ait bir apartman dairesinde kolilerde saklandı. Bunlara iki yıl önce Divan Kurulu Başkanı Orhan Yüce sahip çıktı. Bunun sebeplerinden birinin de Haldun Taner'in yıllar önce Büyük Kulüp'e bir kütüphane kurulmasını istemesi olduğunu söylüyor: "Kulüp, kurulduğundan bu yana pek çok yerli ve yabancı yayına üye olduğundan arşivde çok fazla kaynak birikmişti. Bunlar dışında üyelere ait, bağışlanmış binlerce kitap da vardı. Çoğu yıpranmış durumdaydı ama yaptığımız çalışmayla hepsini araştırmacılara, öğrencilere ve meraklılara geri kazandırdık."

8 DİLDE 3062 ESER

Kitaplar depolardaki kolilerden çıkartıldığında pek çoğu sergilenemeyecek haldeydi. Okunamayan bölümleri, kopmuş sayfaları vardı. Hepsi, Galatasaray Lisesi'ndeki 75 bin kitaplık kütüphaneden de sorumlu, Osmanlıca bilen Yaşar Kemal Seçkin himayesinde yenilendi. Onlara şimdi bakıldığında sanki yeni baskı bir kitap inceliyormuşsunuz gibi düşüneceksiniz.
Özellikle eğitmenlerin, üniversite öğrencilerinin ve araştırmacıların ilgisini çeken kitaplar arasında 1872-1950 yılları arasında basılmış dergi, gazete, araştırma kitapları ve romanlar var. Türkçe, Fransızca, İngilizce, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Romence ve Osmanlıca olmak üzere toplam 8 dilde 3062 eser mevcut. Özellikle 1800’lerin sonlarında büyük kamuoyu oluşturan Graphic, Pariseenne, Deux Mondes, Landon News, L’illustration, Le Correspondant gibi Avrupa basını örnekleri dikkat çekiyor. Bu dergilere bakıldığında o dönemde dünyada, en azından Avrupa ve Amerika'da nasıl bir sosyal hayat yaşandığı rahatlıkla incelenebiliyor.
Bunlara göz gezdirirken sadece kendi ülkelerini değil, Osmanlı'yla ilgili bilgilerle de karşılaştık. Örneğin Mustafa Kemal Paşa'nın, Enver Paşa'yla birlikte kıtaları denetlediklerini okuduk. Bu sadece, bizim sayfaları çevirirken görebildiklerimiz. Daha detaylı incelendiğinde çok daha ender bilgilere rastlanabilir.

1882 TARİHLİ NOTRE DAME'IN KAMBURU'NU OKUYUN
Kütüphanenin ilk dolabında, buranın en kıymetli eserleri sayılan Osmanlıca eski kitaplar mevcut. 1800'lerin sonundan kalma gümrük takip kitapları, Namık Kemal, Meclisi Mebusan tutanakları, 1885 dış polikasını anlatan kitaplar, Osmanlıca borsa rehberi, resmi gazeteler, Nutuk ve çeşitli sözlükler gördüğümüz ilk isimlerden. Diğer dolaplara doğru ilerledikçe 1892 baskı Les Capitales Du Monde'de İstanbul'u incelemek mümkün. İçinde o zamanın Kasımpaşa, Ayasofya, Harem ve Galata Köprüsü'nün çizimli anlatımları var.
Bu kitapların sayfalarından Orhan Yüce, kendisini şaşırtan bir bilgiyi şöyle aktarıyor: "Bu kitapları inceleyerek Avrupa'nın 1880'lerdeki yaşamına bakmak çok keyif veriyor. Bir keresinde ticaret odasının Fransızca yayınlarını inceliyordum. Osmanlı İmparatorluğu'nun Fransa'ya ihrac ettiği şarapların miktarı yazıyordu. O zamanlar Fransa, İtalya ve Almanya'ya şarap gönderdiğimizi okuyunca hayretlere düştüm. Şimdilerde yüklü vergiler konularak neredeyse şarap sektörü öldürülmeye çalışılıyor."
İlginizi çekecek, tanıdık gelecek eserler arasındaysa Victor Hugo'nun ünlü eseri Notre Dame'ın Kamburu'nun (Notre dame de Paris) 1882 tarihli Fransızca ilk baskılarından birini ya da Alexandre Dumas'nın yazdığı 1894 baskılı Üç Silahşörler'in (Les Trois Mousquetaires) resimli kitabını görebilirsiniz.
Kitaplar arasında bazılarının çok eski olduğu dikkat çekiyor. Bunu kitapların ne halde, ne hale geldiğini göstermek için özellikle yapmışlar, en iyi durumda olanlarını orijinal halinde bırakmışlar.
ÜYE OLMAK GEREKMİYOR

Büyük Kulüp, her isteyenin kafasına göre girip vakit geçirebileceği bir yer değil. Üyelik için girişte 35 bin lira verilmesi gerekiyor. Ardından da herkesten aidat toplanıyor. Ancak kütüphaneyle ilgilenenler, bu şartlardan tamamen muaf tutuluyor. İsteyen herkes kütüphaneden ücretsiz yararlanabiliyor. Hatta randevu bile almaya gerek yok. 9.30 - 18.00 saatleri arasında gidip kapıdaki görevliye kütüphaneye geldiğinizi söylemeniz yeterli. Tüm arşiv, anında hizmetinize sunuluyor. İsterseniz kitap listesine Büyük Kulüp'ün www.buyukkulup.org.tr sitesinden önceden ulaşabilirsiniz.


Kütüphane aynı zamanda küçük bir müze gibi de kullanılıyor. Orhan Yüce, 1883'ten kalma koltuklu baskülü, 150 yıllık saatleri, kulubün daha önce kullandığı gümüş takımları da sergiliyor. Yüce'nin bir sonraki hedefi de kütüphanenin bir köşesini sadece Atatürk'e ayırmak. Çünkü üyelerin arşivinden toplanmaya başlanan kitaplarda Atatürk'ün hiç bilinmeyen fotoğrafları mevcut.





(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif - 27.Haziran.2009)