5 Mart 2009 Perşembe

Entelektüel dolmuş şoförü İhsan Bayram


İhsan Bayram (76) İzmir'de entelektüel şoför olarak tanınır. Haşarı bir çocukluk döneminden sonra üniversiteye kadar ailesinin zoruyla okudu. Var olsaydı sadece "yazarlık okulu"na gidecekti. Kendini babasının lokantasına gelen edebiyatçılar ve entelektüellerle geliştirdi. Bir gün Yusuf Atılgan'la tanıştı. Bir daha peşini hiç bırakmadı ve yazarlığın ne demek olduğunu ondan öğrendi. Sürekli okudu; Kafka, Dostoyevski, Faulkner... Ona göre kitaplarını en rahat okuyabileceği meslek olduğundan uzun süre dolmuş şoförlüğü yaptı. Kuyruk beklerken kitap okudu, yolda klasik müzik dinledi. Yeri geldi müziği beğenmeyen müşterileri dolmuştan indirdi. Bu dönemde aklına gelen hikayeleri kağıda döküyordu. Annesinden duyduğu dayısı Ömer'in yaşamı ve 21 yaşındaki ölümü de aklının bir köşesindeydi. Sonunda bunu, tüm aileyi de anlatan bir romana dönüştürdü; Yedi Taşlı Yüzük. Kitapta hem İzmir'i, hem de yaşadıklarını, içine biraz hayal dünyasını da ekleyerek anlatıyor. İhsan Bayram'ın kitabı yazana kadar entelektüel altyapısını nasıl oluşturduğuysa da ayrı bir roman...
İhsan Bayram, İzmir'de lokantacı Rahmi'yle çevresinde uyanık ev hanımı olarak bilinen Fatma'nın oğluydu. Üç kardeşiyle uzun süre Değirmen Dağı ve Agora'da yaşadı. Babasının işlerinin iyi gitmediği 1943'te Manisa'ya göçtü. Haşarı, zeki ve okumayı çok seven bir çocuktu. İlk roman denemesini beşinci sınıfta, şimdilerde sakatatçılık yapan Kasap Hakkı adlı arkadaşıyla yaptı. Tüm çocuk romanlarını takip ediyor, bol bol okuduğu şiirler onu çok etkiliyordu. Bunlardan ilki tıpkı kitapta kendini anlattığı Yakub'un da etkilendiği "Cik cik cik... Sabah erkenden yavrularına yiyecek bulmak için yuvasından uçup giden anne kuş hâlâ yuvaasına dönmedi. Yavrular acıktı. Öğle oldu anne kuş hâlâ yok. Cik cik cik... Yavruların sesleri giderek azalıyor. Anne kuş... Akşamın alacası tepeleri sarıyor güneş battı. Yavruların sesleri giderek azaldı, işitilmez oldu. İyi de anne kuş nerede? O şimdi bir avcının torbasında" öyküsü oldu. Manisa'daki caminin altındaki kitapçıydı beslendiği yer, tıpkı Yakub'un İzmir'deki cami altı kitapçısı gibi. Tek isteği kitap okumak olan Bayram, babasına hep "Beni yazarlık okuluna gönder, başka bir yerde okumak istemiyorum" diyordu. Böyle bir okul olmadığından Manisa Sanat Okulu'na başladı. Ama sürekli olarak lokantaya gidip babasına yardım ediyordu. Çünkü buraya Avukat Nedim Barlas'la birlikte edebiyat öğretmenleri ve entelektüel kesim geliyordu. Barlas'ın Yahya Kemal'le İstanbul Beyoğlu'ndaki Degüstasyon'da yemek yediğini anlatması onun için bir mucize gibiydi. Başlarından hiç ayrılmıyor, deneyimlerini, anılarını dinliyor tavsiye ettikleri kitapları zevkle okuyordu. Bir gün karşısına yazar olduğunu öğrendiği Yusuf Atılgan çıkınca bir daha hiç peşini bırakmadı ve tüm hayatı değişti:
"1950'lerde Yusuf ağabey, Hacı Rahmanlı Spor Kulübü'nün başkanıydı. Solculuktan hapis yatıp tahliye olunca Manisa'ya gelmişti. Bir gün, bir arkadaşım 'Bu kansızlar da artık sporun içinde' deyince araştırdım. Edebiyat fakültesi mezunuydu. Birden gözlerim büyüdü ve onu daha yakından tanımak için peşinden ayrılmadım. Gittiği maçları takip ettim. Bir gün 'Damlara bakan penceresinden liman görünürdü ve kilise çanları durmadan çalardı bütün gün' diye bir şiir okudu. Ona nasıl şaşkın şaşkın baktığımı hala anlatır. Orhan Veli'nin şiiri olduğunu sonradan öğrendim. Bundan sonra dostluğumuz ölene dek sürdü."

LOKANTADA TOPLANAN BAHŞİŞLERLE
AYLAK ADAM YARIŞMAYA YETİŞTİ
Her gününü Yusuf Atılgan'la birlikte geçiriyor, haftasonları İzmir'e sinemaya gidiyor, kitap alışverişi yapıyorlardı. 1954 yazında İzmir İnciraltı Plajı'ndaki büyük bir çınarın altına dinlenmek için oturdular. İşte Yusuf Atılgan'ın önemli eserlerinden Aylak Adam'ın temelleri burada atıldı. Atılgan, ilk romanını beğenmeyip yaktığından İhsan Bayram önlem almak için her yazdığı sayfayı alıp kopyalıyordu. Çünkü bu dönemde Cumhuriyet Gazetesi'nin bir yarışması vardı ve son günü yaklaşıyordu. Ama günlük hayatını yazılarından önde tutan Atılgan, kitabı bir türlü bitirmiyordu. Bayram, ağabeyim dediği Yusuf Atılgan'a ilk kez o gün "Yusuf ağabey ne yap et bu romanı yetiştir" diye diklendi. Kitap bitince sadece bir gün kaldığı için elden teslim etmek üzere lokantadan topladığı bahşişlerle uçak bileti alıp İstanbul'a gittiler. Ama Yusuf Atılgan, kendisi vermek istemeyince iş başa düştü ve İhsan Bayram kendini Yaşar Kemal'in karşısında buldu. Önce heyecandan ne diyeceğini bilemedi, çünkü Kemal sürenin dolduğunu söylüyordu. Sonra cesaretini toplayıp "Yaşar ağabey ben senin romanlarını okurken babamdan sürekli dayak yedim, lokantada işten kaytarıyorum diye" deyince Yaşar Kemal çok güldü ve romanı kabul etti. Aylak Adam, yarışmada ikinci seçildi.

DAHA RAHAT KİTAP OKUMAK İÇİN DOLMUŞ ŞOFÖRÜ OLDU
İhsan Bayram, Manisa'daki lokantaya gelen edebiyatçılar ve Yusuf Atılgan sayesinde böyle entelektüel bir altyapı oluştururken aklı hep başka bir şeye takılıydı; İzmir'de beş yaşındayken aşık olduğu Ayten'e. Küçükken aynı mahallede oturdukları Ayten'i Manisa'ya göçünce de unutamadı. Büyüyünce onun için şiirler yazdı. 1951 yazında babası İzmir Karşıyaka'da sezonluk bir gazino kiralayınca Aytenlerle ailecek yeniden görüştüler ve bir daha da birbirlerinden hiç ayrılmadılar. 1958'de evlenip yeniden İzmir'e yerleşince İhsan Bayram'ın entelektüel yaşamı değişmedi. Eşi, yüksek sosyeteye terzilik yapıp iyi para kazandığından İhsan Bayram da en rahat kitap okuyabileceği mesleği seçti; dolmuş şoförlüğü. 1948 model yanları siyah çizgili Dodge'uyla Alsancak-Konak arasında direksiyon sallamaya başladı. Duraktaki arkadaşları "Filozof mu olacaksın, okuya okuya ne öğreneceksin?" diye takılsa da, sırasının gelmesini beklerken elinden Kafka, Dostoyevski ya da Faulkner'in kitaplarını hiç düşürmedi. Bir diğer tutkusu klasik müziği de TRT'den dinliyordu. Yine böyle bir günde başına ilginç bir olay geldi: "Bir sabah yolda yine klasik müzik dinliyordum. Çok sevdiğim Bach'tan bir eser çalıyordu. Dolmuşa telaşlı biri bindi, belli ki sıkıntılı. Heykel'e yaklaşırken 'Kapat şu zırıltıyı birader' dedi. Tabi ben de o zaman gençlik ateşiyle 'İn aşağı' deyip parasını geri verirken 'Bach'a saygısı olmayan adamı arabamda taşımam' diye de söylendim. Aradan günler geçti vapur iskelesinde yolcu beklerken koşa koşa birisi geldi. Bir baktım yine aynı adam, kapıyı açınca o da durumu fark etmiş olacak 'Sen beni indiren adam değil misin? Ben binmem senin arabana' deyip uzaklaştı."

YEDİ TAŞLI YÜZÜK
ŞANS ESERİ YAYINLANDI
İhsan Bayram bu dönemde şair ve yazar Özdemir İnce ve müzikolog Üner Birkan'la da ahbap oldu. Yusuf Atılgan da gelince hep birlikte maça, sinemaya gidip günün sonunda evde şaraplarını yudumlarken edebiyattan bahsederlerdi. Bayram, iki yıl şoförlük yaptıktan sonra aklına daha cin bir fikir geldi ve kitaplardan hiç uzaklaşmamak için Çim Kitapevi'ni açtı. Burada Enis Batur, Cenk Eray, Ergin Orbey, Turgut Uyar, Edip Cansever, Sezen Aksu, Pakize Suda, Haluk Bilginer gibi isimlerle tanıştı. Kafka ya da Faulkner'i tanımayanlara tavsiyelerde bulundu. Bir gün kitapçıya bir polis geldi: "O yıllarda pek çok kitap yasaklandı Türkiye'de. Bir gün bir polis geldi, Unut isimli kitabı arıyordu. Oysa ki aradığı Andre Marlo'nun Umut'uydu ve rafta beş tane duruyordu. Ama polisin elindeki kağıtta yazanlar o kadar komikti ki kitabın ismi Unut, yazarın ismi de, ne olduğu anlaşılmayacak şekildeydi. Bu sayede temiz belgesi aldık. Ama kitapları hemen gidip denize attık."
İhsan Bayram şimdiye kadar aklına gelen enteresan öyküleri, anıları bir yerlere not etti. Romanlarının taslağını oluşturdu. 1989'da da kitapçıyı kapatıp biriken anıları ve yazıları üzerinde çalışmaya başladı. Bitirdiği bölümleri dosyalayıp arkadaşlarına dağıtıyordu, yayımlamak gibi bir derdi yoktu. Yedi Taşlı Yüzük de bunlardan biriydi. Ama arkadaşlarından biri kitabı çok beğendi ve Şenocak Yayınları'na yolladı. Onlar da kitabı hemen basmak için İhsan Bayram'la iletişime geçtiler. Böylece entelektüel çocuk, şoför İhsan Bayram'ın ilk kitabı yayınlandı. Sinema sektöründe çalışan torunu İhsan Murat Bayram ise kitabın filmini çekmeyi planlıyor.


DAYIMIN ACI ÖLÜMÜ VE YUSUF AĞABEYE KIZGINLIĞIMDAN
YEDİ TAŞLI YÜZÜK'Ü YAZDIM

Dayım henüz 21 yaşındayken, 1938'de, sirozdan ölmüştü. O dönem askerdi, tıpkı kitapta da anlattığım gibi eve atıyla geliyordu. Yakışıklı, kendinden emin, zeki biriydi. Kardeşlerimle ona gıptayla bakardık. Ancak hastalığı onu mahvetti. Hasta yatağında bile askerden kalma kasketini, kendini koruduğunu düşündüğünden çıkarmıyordu. Ayrıntılarını 1970'lerde annemden dinlediğimde içim iyice burkuldu. Bunları bir şekilde kağıda dökmeliydim. Yıllar sonra tüm aileyi de içine katarak kitaba başladım. Dayım Ömer, annem Fatma, babam Rahmi, ninem, eşimin babası İhsan'ı hep gerçek hayattaki halleriyle anlattım. Kendimi de aynı karakteristik özelliklerle Yakub olarak gösterdim.
Kitaba başladığım dönemde Yusuf ağabeye (Atılgan) kızgındım. O yıllarda Eşek Sırtındaki Saksağan adlı kitabını yazıyordu. Kitabın kurgusu isimler üzerineydi. Ali başlığı altında olayı önce Ali anlatıyor ardından başka bir karakter ismine geçiliyordu. Faulkner'in Döşeğimde Ölürken'ini okumuş ve onunla aynı şekilde, karakter başlığıyla yazdığını düşününce tüm kitabı yakmıştı. Bunun için ona inat ben de bu kitabı bu şekilde yazdım. Dayım Ömer'le başladım ve diğer aile fertleriyle devam ettim.

(Deniz İnceoğlu - Hürriyet Keyif)

2 yorum:

  1. yedi taşlı yüzük,etkileyici,ilginc bır kitap okumanızı tavsiye ederim..........

    YanıtlaSil
  2. muhtesem bir kitap,son dönem de iskender adlı kitap herkes ın elinde reklam yaparcasına dolasıyor.ancak yanılıp ta alan benim gibi insanlar bu tip kitapları okuyamıyorlar...
    ihsan bayram ın bu güne kadar 4 roman ı çıktı
    1 yedi taşlı yüzük
    2 cin çukuru
    3 bu yokusu kim dikleştirdi
    4 degirmen dagı
    bu gune kadar okudugum edebi açıdan çok kuvvetli ve sürükleyici samimi yaklaşımlar dolu,gerçek öyküleri zevkle okudum...
    yakında basılacak olan ölüsis ve sahaf nuri isimli romanlarını da merak heyecanla bekliyorum...

    YanıtlaSil